Dilsiz silgisiz lâl anlık yanlarım yalpalamama yıkılmama sebeptir bazen, bazen de tren raylarına serilmiş boylu boyunca intihara kalkışan canımı acıtır yarınlı sızılarım. Doğumum ihanetimiydi dünya denen gezegene?  Yoksa gelmiş geçmiş tek suçlu yolcu bir ben miyim ki? Bir suçlu gibi aramaktan bir türlü vazgeçmiyor zaman. Kararlığımın karamsar zifirinden ne kadar gizlesem de korkularımı ele veriyor aceleci telaşlı yanım.  Oysa lanet olası pejmürde şehrin akşamlarındaki yek düze cansız karşılıksız hazanı güzlerini hep seviyorum sen olamasan da yanımda. Her gelişinde elini kolunu sallayarak sevgilice yalan vaatlerle bulunuyordu bana zaman sen gibi. İstediği saatlerde günümün her hangi bir anında geliyor gelmesine de dokunmuyor asla nahoş serkeş yalnızlığıma.  Gece adeta mayhoş bilirkişi edasıyla şahitlik ettiği gibi göz kulak olur piramitlerden yapılı yalnızlık sarayıma.

                 Çaresiz titrek ellerimi açtığımda sanki avuçlarımda yüzün silueti beliriyor anlaşılmayan solukluğuyla. Okuduğum fi tarihin kehanetlerinden kalma eski kitaplar gibi adeta ikiye bölünmüş beti benzi atmıştı yüzünün. Sanki yüz yıllardır uyuyan pamuk prensesin sessizliği gibi aramızda duruyor müebbedi hak etmeyen can yakıcı yaz gülümseyişin. Yıllar sonra çürük bedenlerimiz bulunduğunda çektiğimiz acılardan kalan izlerin hala bizde uyuduğu fark edilecek mi kim bilir?  Ölmeyip yaşama direnen sevgimizi sabırla kanaviçesine nakşeder geçmiş zaman. Ve biz lâl birlikteliğimizle tutuk yaşarız içimizde. Biz asla aşk limanımızı terk etmedik ettirildik. Sürüldük, sürgün edildik yabancılar barındıran başka limanlara sevgiyi taşıyan yüreklerimizle. Her defasında hırçın dalgasıyla öyle çok gelip geçiyor ki iç karartıcı artçı sarsıntılar.  Bende bıraktığı kalıcı izlerden çok sarsıntıları hasar bırakır.

             Çoktan unutmam gerekiyordu küf kokulu mahzenin örümcek bağlamış raflarından indirmeye kıyamadığım geçmişi.  Oysa hala unutulmaya yüz tutmuş yaşanmış yırtık pırtık acıları sarar barındırır bedenim. Aynalar evvela hakikati ve kendini sevse de asla sevmez gölgesini ya da bir başkasını. Sevilmeyecekler arasında ilk olmakta zoruma gitmez asla. Yeter ki dost bilip sırrım verdiğim sırtımdan bıçaklayıp sırrım sermesin çarşı pazara.  Kırdırmasın aldatmasın bıraktığı güven teşkil eden duruşuyla. Esasen sır verdiğimizin yalan yalın itirafına karşın ayakta kalmamız gerekir. İyileşip sağalmaya merhem olsun diye zaman verdiğimiz baş kabuk tutmuş yarının yaralarına. Oysaki esasen sadakat saygıyla eğilmeyi, sevgiyle sarabilmeyi, cesurca ayakta kalmayı başara bilmekte asıl marifet. Geri çevrilen her masum aşk anlaşılmayı beklemese de gül tomurcuk yaralar kapı aralığında yaşar. Kör kütük âşıklar kendini gemisi alaborada batmış kaderin acılar girdabında boğuşan tayfa sanırken utanıp sıkılmadan aşk sancısıyla yaşamaları da apayrı bir mutluluktur onlar için. Baş yastıkları belki kurgusuz uykusuz ıslak yalnızlıkla doludur âşıkların. 

               En çaresiz zifirde bile çok şeylere şahittir içinde uykusuzluk barındıran çile yastıkları. Unuttuğumu sandığım riyakâr palyaço yüzler vardı kendini benden saklayan. Yüzünün kurak olduğuna bakmam toprağın.  Ben gibi çatlak kırılgan yaşasa da yeryüzünde yavaştan içer can suyunu. Bilinçaltıma taşıyarak içtiğim acılar gibi. Korkunun kuruttuğu ölü soğuk nefesli ayrılıklar neden yaşanmamış birlikteliği gözyaşıyla sulasın ki? Sağlıklı sancıları olsun acılarımın bana yaşattıkları yalnızlıklarıyla. Soğumayan kör gözlerinden kahvenin telvesiyle birlik olmuş acım trak keder falını damıtıyor geleceğim. Bazen kaderin rüzgârı yakınımdan geçer yalın ayrılığıyla. İçinden geçtiği çarşı pazarın kuru kalabalığına dokunmaz asla. Canın turfandasında yetişen sevgiler günü geldiğinde mevsimin son böğürtlen reçeli misali hüzün tadıyla pişer fokurdayarak bakır kara kazanda. Esasen gariptir kendi bilinmeyenlerimizi yazıp kesitleri kurguyla tiyatrosal oynamak.  Ve muzipçe okuryazar görünmektir hayatı esas olarak.

                Bin birinci kez düşürdüm yüreğimi gözlerinde çalkalanan engin mavi denize. Sessiz martılar çoktan eşleşmişti.  Fiyakalı vapur fonlarının tirajlı homurtularıyla. Anda acılar cömertliğin sergisini açmaya yeltenirken verdiği mutluluklarda bir o kadar pintiliğiyle can yakıyordu Kadıköy’ün bilinen Salıpazarı tezgâhında sanki. Sevmesini bilmeyen sen kibirliye unutulmaz bir hediye olsun, gün kurusu kızılcık yaralarım bari. Senin yüzsüzlüğünden seçtim yalanızlığı. Ay ışığı fısıldadığında, usul usul narin teninden öptürende çaresizliğimdi. Bilir misin ki avuçlarımdaki her nasır tümseğinin işlenmiş suskunluğuma başkaldırı olduğunu? Sanır mısın zengin sevgine susamış kokuşuk lâl ağzımda isminin unutulduğunu? Yokluğun ayrılık yangını sonrası bir avuç küldü. Bana kalmış artıklarınla yoğruldu hep mayası çürük yüreğim. Bir zaman acıyla iyileşmek isterken aşk yarası bende şimdilerde herkesten önce kükreyerek gelir. Peki, o vakit kedinin ulaşamadığı ciğerin yeter mi yoksa yetmez mi sen ben sonrası doğan bizi sevmeye. Koynumuza tünemiş göremediğimiz kuytu barınaklarda yaşar iyi sandığımız sevgisiz baykuşlar. Belki de görmeyi bilemedik ya da kördük aslında biz seninle. Bir ikindi vakti şimdi sana ikinci bir şansı verme cesaretim var mı bilemiyorum.

                 Hasretlerin özlemlerin senden kaçmış. Nispet edercesine çer çöpün yığmış kapıma. Hatırladıkça inadına boğuşuyorum usumla bedenimin iç odalarında günaşırı. Sen ise elinden yitip gidenlerinle koca bir servet peşindesin hâlâ. Bir zaman gelecek etrafında pervane riyakâr kalabalık ayaklarına serdikleri serveti fazlasıyla geri alacaktır. Sen kayıplarınla birlikte aranacaksın.  Sadece seni kaybetmeye hevesli olmayan ben seninle birlikte acılar denizinde boğulacağım. Bedenimin boğuştuğu can denizinde lime lime doğranmış tenimdeki mor çürük çizikleri göremeyecek kadar mı körsün? Yoksa ferine can kırıkları doluşmuşta sen mi bilerek farkında değilsin? Az gülmeye sebebi nedenim olsa baş edemediğin acı kırağı çalmış geçmemişlerine gülerdim belki. Sen naçar pejmürde bedenime ev sahibi gibi yerleşen yaralara tuz basansın görünmez dişiliğinle. Ben ki onca kurşun yaranın bıraktığı izleri açmış gül sayarım silinmez kişiliğimle. Med cezirlerin düzenlediği turnuvada varışlar bitişlere karşı fark atmış mı bilinmez.  Birlikteliğimizin fi zamanından kalma yıllanmış buruk aromasını yudumluyor beynim. Usum secde eder adına ardı arkası kesilmeyen zikirlerle.

                 Nasıl bir çaresizlik bilir misin sende unutmak kendimi? Hangi mazinin kekremsi ayrılığıydı? Yırtığında yetişen sarmaşık dalları gibi beni acılarla yoğurup aşkla barındıran? Acaba hangi ruhumun kaçıncı hayatıydı usuma saplanıp kalan adın? Ki bindiğim zamanın ramaksız menzilinde belirsiz yabancıyım. Acaba sonsuz yolların yalan arifesinde miydin sen? Utanmasın geri gitmeyi bilmeyen kararlı izlerin. Çünkü serseri gereksiz varlığınla arşa yükseliyor süklüm püklüm kimseye ait olmayan bedenim. Ama seni namümkün mü unutmak?  Sen ki kâğıt üzerinde kirli mat dururken bile kudurtursun. Yalnızlığımdan kopan her zerremdin, her hücremle bölünmeye giden. Gittiğin şüpheli yarınlarda buçuğa yamalağım ben. Gerisin geri koşarken içimdeki çocuk yorgun yaralı kısır döngülere.  Çocuk ruhumun bedenime giydirdiği topal yaşam bir beden büyük geldi hep. Gün ışığı yasak gözlerime ama’yım vahada yönlerim k/ayıp kum fırtınasıyla. Işığına aman dileyip a/kandı retinam. Yaklaştırmaz hayalin ürker kaçar varlığımdan. Şu tuhaflığa bak ki bir zamanlar usum derinliklerinde birlikte coşarken şimdilerde sensizliğin girdabında ölüyorum. Sana ne verdiysem hepsini de kendim istediğim içindi.

                     Bundan dolayı kin beslemiyorum da. Beni bir çocuğun şekerle kandırılması gibi kör ebe oynayarak kandırdın ve bu da çok zor yoluma gitti hani. Yoksa terk edişlerine alışmıştım istemeyerekte olsa. Hep yükseklere uzak diyarlara seyri seferlerdeydi gözlerin. Lalezar bahçesinde gül yaşama asla yetinmeyendin. Yükselen bir mabetti tenin önümde asla sahip olamayıp günü birlik taptığım. Kullanma tarihimin gelip çarpmasıyla zaten pekte fark etmezdi nihayetinde. Herkes nasıl olsa bir gün kendi yoluna gidecekti. Bize yakışanıyla yaşadığımız müddetçe zaman aklımızı unutmaya zorlayacak, veya bahane arayacaktık sonunda. Bir sara gibi yapışmıştım oysa sana. Ya da bulaşıcı bir hastalık olsa gerek benimkisi. Öyle uzaktın ki yanındaki bana haykırışlarımı bir türlü ulaştıramadım içimdeki sana. Seni bilmiyorum ama benden çoktan ıramıştın ve gidişin ertesi, diri diri yandım öldürüldüm belki de öyle sanmıştım. Yakılmıştım ama bahtı hasarlı bir karalıymış bedenim. Oysa çokta umurundaydı sanki senin. Yar yaralasa da sağaldım diyebilirim. Çalkalanıp duran hatıralarım hariç. Uğruna canım pahasına hayatımı feda edeceklerim varken hayatta sende karar kılmaya tesadüf denmez elbette. Zavallı masum çocuk kalbim her şafakta kör kuyulara itildiğinde umudum sahiplendi beni. Kıvranıp duracağıma, inatla kalkmasını bildim yarlardan düşerken uçurumlara. Gül hatırasıdır sanıp kucakladım defalarca acılarımı, anasına sarılan çocuk şefkatiyle.

                      Her defasında da düşüşlerimde dimdik durdum.  Paramparça ettiğin gururumla doğrularımdan ayrılıp sarsıldım ittiğin yanlışlarınla. Unutmadan, sana son sözüm bir gün pişmanlık kapını çalıp dönmeye yeltenme sakın. Çünkü kapanmış borç defterimde veresiye hakkın yok bende. Günahlarımı deriyorum şartsız kayıtsız.  Taşan sevaplarımı sırtlandığımda bir güvercin kanadıyla almak almamak sana kalmış. Öyle emindim ki kendimden, sen kumar masasında yitirdiğin yalan yaşantınla nereden gelmişliğini unuturken, geride bıraktığın meçhul geçmişine yüz sürmeye çoktan rıza göstermiştin. Öteki yarımı sende unuttuğumu sanma sakın.  Unutmayasın diye “yanında olamayıp aklında olayım!..” maksadıyla aslında bilerek bıraktım sana. Var oluşunun bende tuzaklar yarattığını bildiğim halde uzakta olmana katlanamadığım için düşüyorum t’uzaklarına bilerek. Her tuzağın ayrı bir demlenmeydi acıyı zevkle mutlulukla içen bana. Dondurdum sensizliğimi tahliye edilmiş suskunlukların kavurucu Ağustos sıcağıyla. Söyle canan hangi sıcak gülüşün çözecek içimdeki boşalmak bilmeyen donmalarımı. Sakın darılıp gücenme, hatırında kalmasın. İç cebimde sakladığım can kırığı hayatımdan seninle birlikte düşürüyorum üç beş kuruş metal bozukluğu bilerek. Sadece bir tesadüf eseri geçiyorum sokağından. Kaldırıp yere düşmüş suskunluğu, sessiz bir “eyvallah!..” çekerek uzuyorum sindirilmiş yalanızlığıma.

             Artık arka cebindeki cüzdanında taşıma kartvizit gibi. Kâğıt misali yırt at, bırak silinsin bilinçaltından adım tek seferde. Ya da bir zamanlar dinlemediğin eski şarkılara sığdır iyi niyet elçisi sayarak sözde dostlarına çalımla gösterişle. Atmaya kıyamıyorsun bari acıyarak kullanmayı deneme özlü sözlerle. Minnetle özür dillendirmek yazmaz benim kitabımda. Zaten beraber olmakla varlığım zatı şahsında sandığım kadar bir ehemmiyet teşkil etmiyor. Hadi şimdi uğurla zavallı beni geç olmadan. Çaresiz kalmayayım ser hoş gönlümün biçare sokaklarında geri dönmek isteyen adımlarımla. Kanatacak kadar yaralayıp çok acıttı sözlerin. Gülüşmelerimizi sevgiyle sarıp sensizlik cehenneminde çıra misali yakılmakta varmış bahtımda. Ben yalansızlığımı yakarken bile gözyaşlarıma çok güldün de süpürmedi bir türlü parmak uçların. Söyle ey sevgili sana olan nuru pak sevdamdan çokça mı d/üşüyordun ki farkında değildim?  Senden yana tek bir dilek hakkımın olabileceği var sayımıyla “acaba gerçekleştirir mi?” diye soruyorum yerinde olmayan aklıma. Geride bıraktığım ve gasp ettiğin tüm ilticacı haklarımı giderken harcamadan cömertçe vermek ister misin? Yoksa yanık beddualarıma sarıp sana mı sunayım? Aşk ki yanmak uğruna cesur adım atarak isteyerek seninle olmakmış meğer. Bir tek bunu anladım çok geç olsa da. Gönlümün ana caddeleri şimdilerde meçhul cinayetlere gebe. Vukuatsız günü yok bedenimin.

           Hani her yanlış adımlarında sığınacağın limanındım sözüm ona “seni seviyorum!..” derken güya sen.  Bense hiçbir zaman bilemesen de daima koşulsuz seviyorum sana perişan günler erkenken. Sensiz döl tutsa da zaman bendeki yerin kadri kıymetlidir daima. Sende kuruyan sevginin tohumları içimde canlı kalacak ve çiçekler açıp yeşerecek seni yitirdiğim geçmiş zamanlarda. Yokluğunun cehennem ızdırabıyla kavruluyorken kalbim, ansızın bulut kümesi sarıyor göz çeperlerimi. Kesin nemli bir karabuluttan kokusunu satın aldı hazanı güz vakti. Gece yarısı geçmeye yeltenirken yalnızlık kuytusundan. Bende yaratmış olduğun kirlenmiş isyankâr tavrımla, habire şiir kazıyor  usum seher vaktinde kayıp giderken acımasız gölgen. Elimdeki kazmayla tutuk kaldı nutkum, şiirsellikte vurulurken şirin kelimeler. Aslında unutturmaya çalışmak unutmaya çabalamaktı tüm çalakalem yazdıklarım. Unutturmaktı seni elbette unutmayı istemeyen yaşlı yakarışlı kalbime. Bilsen ne kadar çok karşılıksız haksız haklılıklar ödedim. Bir nevi berdellerin kirlettiği izlerin altında ezildim gömüldüm karanlığa. Öylesine ağır geldi küçük bedenime büyük bedeller. Bir soğuk mermeri bile çok görüyor kehanetiyle kâhinler. Anadilim bile küsmüş.  Gül yüzün güne yüzün dönmüş garbın afakında ettiğim azap küfürlerine. Hangi ırkın diline uğrasam gezegensel tavırla sistem dışı bana. Ah tek bir kerede olsa, sadece bir tek kerre annemin dilinde sana “Ez te hezdıkım!..” seni seviyorum demeyi ne çok isterdim. Kırkayakla bile ayak uydurmaya yeltenmeyen zaman, üstüne üstlük kanattırdı el üstünde tuttuklarıma.

                    Neden hiç bir şehri gezegenin çevresi dahi istemez sebepsiz beni? Olumsuz tavırlarına rağmen yine de bulmak istiyorum, ansızın içimden firarı verilip bilinmeyene yiten seni. Aşk çocukluğu kaybolmayan ruhları sevip sararak asla büyütmez, çocukça kalmasını ister ısrarla. İstediğin kadar çocukluk aşkını hisset yaşa kendi içinde. Her gitme dememin kekremsi t’adından azat ediyorum kekeç dilimi sana.  Giderken beni sol yanına alma ki gaddar kalbini yarım yamalak perişan bırakabileyim. Bir tek istediğim masum ela bakışlarını göz hapsine almak. Tek anlaşabildiğim duyun ela gözlerindi. Ki zaten onlar astırdı hüznü gülünü benim dürüst itaatkâr sözlerime. Vakitsiz bir rüzgâr gibi tiye almadan geçmişe giden bir otobüstesin ne zaman düşünsem seni. Ve sen her geçişte akışına bırakıyorsun yaşanmamış gibi birlikteliğimizi. Bakir suskunluğumu, ayakların geride bıraktığı izlerine serip altındaki yalnızlığıma güldün hep. Sende bilirsin ki, saatin akrebi yelkovanına tutunduğu an, sol yanına asılıydım tek taraflı bitirdiğin aşkın. Yoksa tesadüfen şahit olmasam nereden bilebilirdim dudaklarının İstanbul durakları gibi kalabalık olduğunu. Bağdat gibi terki diyarı mı sana bağışladılar ki sahillerinde istediğin aşk meşkleri tadarsın? İstersen şımarık şen şakrak kahkahalarına mola vererek son defa tertemiz bir bakış fırlat geride bıraktığın yabancılık duymadığın anılarına! Biliyorsun ki istesem taa uzaklardan bile izlerini hançerlerim.  Hayatlar yazılırken ansızın olmadık kahramanlığa soyunur aklım.  Yalanızlık deryasında yaşayan sen gibiler daima girdabında kaybolmaya mahkûmdurlar. Ey mağrur sevgili  çorak topraklarda birlikte sevmeyi sevilmeyi eğitmedik mi?

                 Öyleyse terk başına yaşayan zavallı sen neden bilmezsin sevgi karşısında eğilmeyi?  Süpürdüm birlikte getirmiş olduğun dilli tüm şeyleri gelmiş geçmiş zamana. Biliyorsun ki geçmişler eskide olsa sende hatırı sayılır izler bıraktı. Yoksa çarçabuk nasıl geçmeye yeltenirdi? Tek farkındalığımız geçmişine daima bağlı kalıp yazmaya mahkûmum ben.  Sense bilinmeyen denklemle geleceğine sunuyorsun hepten kendini.  Bilmelisin, bilmiyorsan da öğrenmelisin ki bilinmezliklerin sunacağı asla bedelsiz değildir. Oysa yaşadıklarımız ilk değil her defasında yeni bir bedende tekerrürdür aslında. Neden biz hala gelmemişlerimizden geçmemişlerimizi sevemiyoruz yarı(n)sızım? Ellerimin kucaklaştığı keskin sivri soğuk metal parçasına aşiyan ev sahibi sözlerim. Bari bırak yarım bıraktığın yamalı aşkın benimle birlikte uzatsın yaşadıkça hayatını. Öldürmeyen aşk yenisine de gebedir anılara sadık kalırsan yarı(m)sızım!.. Söyleyebilir misin küllerinden doğup gelen her yeni meçhul aşkın bitenden farklı bir güzellikte olacağını? Ya da senin artçı depremler yaratıp fay kırıklığına uğratılmayacağına kimler yazılı teminat verebilir ki? Bitmiş aşk hallerinden biz çıkmadığımız gibi çürük ruhların bedenlerinden de atılan olmadığımızı kesinlikle biliyorum. Belki de arınmamız için yeni aşklar ve bedenler gerekir kimbilir? Aksine yeni çıkmış ne idüğü belirsiz tanımsız aşklara bile kanıtlamaya çalışır çabalarsın kendini. Nedense daima ananeye bağlı eskiye dönüşleri başa sararak tekrar yaşatmak yarışı vardır hep insanlarda. Ki farklı olanı yazmak kolay olduğu halde kimse bunu hatırlamaya  tenezzül bile etmez.

                     Belki de umursamaz görünür. Yenilikçi davranmak, huzur bulmak atılımcı olmaktır. Her yalanız perişan yakalandığında sakın indirgeme kendini asla kem dillere. Gönlünden ansızın gelip geçenleri aklın duvarına sokak yazısı diye yazma. Bu sancılardan da öte kabuğu kuru yarayı beter azdırır. Öyle bir ağırlığa sahip ki ruh, parçalanıp düşmeye görsün, o vakit şahit olur bedenin yağmalanmasına yer gök istemeye istemeye. Ben ki en kutsal nöbetçisi bıraktığın umursamaz sevdanın. Geride bıraktığın harabeyle sen, harabenin küllerinden yarattığım şiirler sevgilerle ben mutluyum inadına direnirken hayata. "Yokluğun sunduğu zengin sevgiye sadakatle tutunuyorum yaşama yarı(m)sızım. Beş kuruşluk zenginliği bir sarı liralık lükse feda edemeyecek kadar cesur hala yüreğimle aklım." Eski hayatıma rağbet etmediğim gibi yenisine başlama lüksümde yok cesaret gibi. Yer yatağım gök yorganım pamuk yıldızlara sarılıp uyur çocukluğum. Şimdi sinmiş kokunda yalanızlık korkusundan, ardında bıraktığın şuh kahkahalar parlatır ödünü sönük gecenin. Güneş terkisinden aşka oklarını atmamışken henüz sen yarı(m)sızım, sen en çok da gece dökerdin şafaklara şakaklarımdan kırları. Ve kapışmalar ortasından alıp yüreğimi düşük yaptırdım üşenmeden. Kapattığım kalenin sur kapılarının ardına asma kilit vurdum. Bir yaz sıcağında sensizliğinle kavrulurken bedenim, pişman olduğunda kilidini kırdım kapımın açmamak için yarı(n)sızım. Yeşil fistanından demet demet topladığım çay filizi özlemlerini hala demleyip içiyorum. Kararmış vesikalığın üzerindeki el yazması adının anısına, yokluğunu anıyorum yeşil ceviz ağacı altında yalnızlığımla.

                 Nasılda battı iç odalarıma sözlerin, öyle ki dağılarak yayılıp ev sahipliğine bile yeltendi harfler kelimeler. Söylesene yarınsızım kâh geldin kâh gittin keyfe keder habersiz. Şimdi ne bozguna uğramış bağların adı var ne de yeşili entarisini giyinmiş seni karşılamaya hazır ceviz ağacın gölgesinin tadı var. Her şey berbat tarumar sen gittin gideli. Beni sorma inkâr etsem bile gerçek yalan barındırmaz. Fitili ateşlenmiş bir kere infilaka hazır aklımın zulasında uyur zahmetsiz hasretlerim. Keşke bir gün son kez kuvveti cesaretimle bakıp gözlerine sorabilsem nedenini vakitsiz sebebi gidişinin. Belki de kaçışına inat hala aforoz ediyorsundur seni inciten itirafları kim bilir yarı(m)sızım?  “Ve son sözüm duymayan sana “Küçük düşürecek diye ayaklar altına almaktan korktuğun gururun yüzünden içindeki çocuk mutsuz. Geçiyor bakmaya korktuğun zaman sana alaycı bakışıyla gülerek!”

                          ______________İrfankarabuluT