Adına Bozo dediğimiz nerden geldiği hakkında hiç malumat olmayan sarışın çilli yüzlü kimsesiz yetim yaşıtımız bir çocuk vardı. Bozo çocuğun parmakları Altı adetti ve asıl başka bir özelliğiyse ki ben buna Allah vergisi yetenek diyorum. Bozo gırtlağından koyun melemesi gibi bir ses çıkarmasıydı. İlk başlarda bu çocuğu arkadaşımız olmasıyla birlikte yerli halk bile merakla hayret ediyordu. Sokakta yürürken mesela kim görse yanına çağırıp lafa tutarak “Ula bozo hele bi bağırasın yav.” ardından koyun taklidi yaptırarak melemesini dinlerdi.

-Kahveci Mehmet: Yeğen hele bi goyun kimi mele dinleyek.

-Bozo: Para verisez bağıram. Bağıram mı emmı?

-Kahveci Mehmet: He heee vereceyük çağam. 

-Simon: Aha al saan peşinen igirmi beş guruş.

-Şoför Memet: Pezebenk al saan bir pangınot ha. De hayde bağır da ula.

Diyerek meraklarını giderip çocuğa üç beş kuruşta harçlık verirlerdi. Bu çocuğu Aralık ayının zemherisinde, bir kış günü tüm çocuklar İmam Efendi, Beyzade Efendi türbelerine ve Harput’un dışında olan bağlarla arasındaki bağlantıyı sağlayan büyük toprak yokuşlu trafiği pek olmayan ana cadde de kendi imkânlarımızla kayak yaparken tanıdık onu. Tüm çocuklar etrafına toplanmış merak içinde yaptığını hayretle dinlerdik.

O günden sonra adını bilmediğimiz için “Bozo” diye lakap taktığımız çocuk arkadaşımızdı artık. Nerden geldiğini kimi kimsesi olup olmadığını bilmediğimiz arkadaşımızın namını özelliğini evlerimizde, komşularda kısaca her yerde yaymaya başlamıştık. Bir gün yine hafta sonunda öğlen sonu kayak yapmaktan terleyip iyice ıslanarak açıkta kalan ellerimizin çok üşümesiyle burunlarımızdan su akmaya başladı. Eve gitme vaktinin geldiğini anlamıştık. Bu zamana kadar da kardeşimle çok acıkmıştık. Son kez kaymak için kardeşime yaptığım derme çatma kürsüden bozma (X şeklinde yapılan küçük tabure, oturak) kızağı sırtlayıp yürüyerek en tepeye ulaştım. Ayağımdaki cizlavitin (Ankara lastiği veya kara lastik naylon sandalet türünde ucuz ayakkabı ) üzerindeki birkaç numara büyük yırtık naylon sandaleti bağladığım iplerden çözüp elime aldım. Kardeşimde annemin eliyle ördüğü elindeki ıslak eldivenini çıkarıp ağzından çıkan sıcak buharla ısıtma çabasındaydı. Kar yağmaktan kapanıp buz tutmuş yokuşlu ana caddeyi yürüyerek çıkmak çok zordu. Biz çıkarken yanımızdan hızla kayarak geçen çocuklar el sallıyordu. Çömelmiş halde kayanlar ellerinde hız almak için yere arada bir vurarak kendilerini itmekte kullanılan on beş veya yirmi santimlik ağaç dallarından yaptıkları özel boyda çubukları kullanıyordu. Atılmış çamaşır leğenine (çamaşır sepeti) girip oturarak kayanlar veya işi daha da ciddiye alıp az masrafla güzel oturaklı kızak yaptırıp yokuş aşağı ve buz tutmuş yoldan son süratle kayıyorlardı. Önümüzden her geçenin ardından sanki hiç kaymamış gibi gıpta ile bakıyor kim olduğunu tanımaya ve düşüp düşmeyeceğine yorum yapıyorduk. 

-Bahattin: Ula ulaa bağ hele bağ nassı gayi görimisin. Aha geliy ula sırtan vuram düşesen he vuram mı?

-Talat: Abe gurban olam abe bah yapma 

-İsmail: Aha ahaa ahaaa ahanda düşşşiyy düşş tüü he hee he.

Yanımızdan hızla kim geçerse geçsin mutlaka sırtına vuruyor düşmesi için dengesini sarsıyorduk. Sonrada övünç yorumları gönderiyorduk ki duyan bile olmuyordu. Ama biz yine de herkesin hakkı olan düşüncelerimizi söylüyorduk. İşte bu şekilde son kez kayıp ana caddeden aşağıya caddenin başlangıç yerine geliyorduk. Başlangıç yeri olan tepeden yani su deposunun hizasından başlayarak yokuş aşağıya şimdiki kebapçı Halit ustanın dükkânının önüne kadar geliyordu. Caddenin sol köşe başında eskiden Harput belediyelik olduğu dönemlerde belediye binası vardı. O dönemler de Harput tenhaydı. Tam karşısında yani sağ başta kimin oturduğunu anımsayamadığım bir aile oturmaktaydı. Şimdilerde burası Müze olarak bırakılmış ve ardındaki sıra evler yıkılıp sara hatun cami meydanıyla birleştirilmiş. Belediye sağ başta yine müzeye bitişik üç dükkân yapmıştı. Bunların birinde rahmetli haselli Mehmet emminin bakkal dükkânıyla, diğer ikisinden biri boş biri de lahmacun fırını olarak kullanılıyordu. Boş dükkânı bir aralar rahmetli seyid Hüseyin dede kışlık dut, ceviz, badem, orcik, pestil vs kuruyemişleri doldurup satarken sonradan bakkal dükkânına çevirdi. Caddenin ilk sol sokağı belediye binasının arkasından karakola doğru hala devam ediyor. Sağ sokak ah bir türlü unutulmayan sağ sokak. Sağ sokakta şoför Mehmet emmiyle karşısında Kahveci Mehmet abenin kayınvalideleri karşılıklı oturmaktaydılar. Söz şoför Mehmet emmiden açılmışken yaprak misali onu da yaşamın sonsuzluğunda hatıralarımıza gömdük Allah gani gani rahmet etsin. Aynı zamanda ilk sağ köşe başı sokakta o gün ayakta olmayan meydan camisi ve külliyesiyle karşısında bu gün dahi kullanıma açık restore halli meydan çeşmesi buluyordu. Burada yazın sabahtan akşama kadar en eğlenceli tornet sürüşlerimizi yapar kayardık. Kulakları tırmalayan seslerle insanları haksız yere rahatsız ederdik çocuk aklı heveslerimizle. Tornet üç dört bilyeli tekerlek ve bir tahtadan ibaret olup şimdiki zamanda Scooter’ın ilkel hali yani atası olarak ta denebilir. O yılların en muhteşem oyuncaklarıydı. Her defasında sokak sakinlerince en çokta Hasan Canciğer arkadaşımın babaannesince kovalandığımızda bıkıp usanmadan devam ederdik tornet binmelerimize. Neyse uzatmadan son kayışımızı yapıp eve gidecekken Bozo da kayıp bize yetişmişti. Sırtımda kızakla kardeşimin elini tutarak yürüdüğümüzü görünce koşarak yetişmişti bize bozo ve konuşmaya başladık.

-Bozo: Nere gidisiz. Gaymisiz mi?

-Ben: Yoh gaymik üşüdük, acıhtıh elımiz üşiy. Eve gidik anam gızar sona

-Bozo: Bende gelem mi? Benimde partım acıhtı param yoh anan baan da eppeğ veri mi? Ee hade gidek söliyek bişi demez belkim.

Diyerek beni yönlendiren Bozo’yu da alarak sırtımda kızak yanımda kardeşimle yazın top oynadığımız şimdiyse kar tutmuş toprak sahayı adımlarımızla bölüp içinden geçtik. Hasan Canciğer arkadaşımın oturduğu üç katlı binanın Altındaki postaneyle yüz yüze bakışan kurşunlu camiye aldırmaksızın önünden geçişle çınarlı park meydanına açılan kapısından girdik okul bahçesine. Beş dakika sonra sıcak evimizin kapısını vuruyorduk içerdeki sıcak sobada ısınmak için. Kapıyı bize sorgulayarak açmıştı annem.

-Annem: Nerede galdız oğul? Bağ bu çağa donmiş.

-Ben: Ana saan bişe diyem gızimisin?

-Annem: Ula nedir çağam hele söle baham.

-Ben: Gızacahsın bilim 

-Kardeşim Hüseyin: Aney Bozo bize gessın mı?

Diye gevelerken lafı ağzımda çiğneyip bir çırpıda yükümden kurtarıvermişti çocuk aklının hazır cevaplılığıyla yine beni kardeşim.

-Annem: Kim çağam kim deyisin?

-Kardeşim Hüseyin: Bozo ha bele elinde çüçük barnaği var mee, meee diyi bağıriy.

-Ben: Aney bi çocuğ var adı bozo bizim arhadaşımız. Acıhmış ben de gelem mi dedı.

-Annem: Hane nerde ula?

-Ben: Aha köşede sahlaniy utaniy gızisin diye.

-Annem: Yoh çağam yoh niye gızam kine yazuh günahtur hele tez get getir söle gessın.

Diyerek annem üşümüş ve ıslanmış kardeşimi alarak kapıyı arkasında açık bırakıp eve girdi. Bende eski okulun köşesinde hala saklanan Bozo’ya duyduğu halde haber verip birlikte sevinçle eve gittik. Evvela annem bize üzerimizdeki ıslak kirli olanları çıkarmamızı ve verdiği eski yamalı ama tertemiz kuru kıyafetleri banyo da Bozo’yla birlikte giymemizi söyledi. Sonrada sobanın üzerindeki el yüz yıkamada kullandığımız içinde temiz sıcak su bulunan gügümü alıp elimizi yüzümüzü yıkamamız için banyoya götürerek ılıklaştırdı. Ben ve Bozo ılık suyu maşrapaya doldurup sırayla birbirimizin ellerine gülüşerek dostane hizmetle döküp keyifle temizlendik. Sonra soba yanan sıcak odaya geçip annemin ev yapımı tarhana çorbasını ve sobada ısıttığı sıcak ev ekmeklerini alarak kurulduk sofraya buyur edilmeksizin. Annem bize hazırladığı yer sofrasında kırdığı bir kuru soğanı da aramızda pay ederken biz aç üç kafadar keyif ve iştahla başladık yemeğimizi yemeye. 

Hem yemek yiyiyor hem de nedensiz birbirimize bakışıp kısır fısır gülüşüyorduk kahkahayla. Annem gülüşlerimizi sebepsiz sorunca biz alakasız cevaplarla “Nedem onnar benı güldüri” bahaneler türetiyorduk. Kış sebebiyle sınıftan bozma basık toprak damlı evimizin içi loştu. Annem el işi fanila örüyordu her zamanki gibi kurulduğu tahta makatın başköşesine. Yemek bitip sofra kalktıktan sonra Bozo anneme açıp ellerini gösterdi altıparmağını. Sonrasın da gırtlağını kullanarak kuzu melemesi sesli taklidini sundu anneme gösterdiği misafirperverliğin bir ifadesi olarak. Ardından gidiş o gidişti Bozonun. Bir daha asla görüşemedim göremedim çok zorlamama rağmen hafızamı hatırlayamıyorum Bozo’yu gördüğümü.

                   _________________İrfankarabuluT