Harput'a yani çocukluğumun geçtiği bende adeta bir kanser ya da verem tesiri yapan sevdalım mistik kente girişte evvela sizi Belek gazi buyur eder. Ovaya hâkim bir tepe üzerine kurulmuş aynı zamanda güzel bir mesire yeridir. Devam edince merkezde Çınarlı parkı yani meydana varırsınız. Burada bir yemek yemeden o muhteşem çınarın serinliğini duymadan ayrılmak olmaz. Oradan küçük bir caddeden geçip sarahatun camii yani cimşit ağa hamamından (şimdi restoran) sağa dönünce bir ara sokaktan nadir baba ve Arap baba mescidi türbesine gidilir. Büyük bir dere kenarına yapılmıştır. Şimdilerde bu dere büyük bir bahçe ve meyve ağaçlarıyla doludur. Nadir baba sıradan bir türbe görünümünde olup olmakla beraber Arap babaya bir sokak mesafededir. Arap babaya mescidin sol tarafından bir iki metre aşağı indikten sonra kayalar üzerinde küçük bir kapıdan ulaşılır. Bu Arap baba türbesinin kapısıdır. Türbe dikdörtgen şeklindedir. Zeminin tam ortasında ve yere gömülü yeşil kumaşla örtülü tahtadan bir sanduka içerisinde Arap babanın mumya iskeleti bulunur. O zamanlarda hatırladığım kadarıyla bu sanduka evveli yere açılmış bir çukurda bulunmaktaydı. Ziyaretçiler burada kurban keser dağıtır ve dua ederlerdi. Hatta hasta olanlar, felç geçiren, konuşamayanlar bile burada onunla baş başa bir gece (yanında uyurlardı) geçirirlerdi. Sabah olunca sapa sağlam olarak dönerlerdi evlerine. Tabii inancı sağlam olmak gerekir, şüphe etmemek gerekir. Türbeye gelen Arap babaya bakmak isteyen ziyaretçiler sadece bel kısmına kadar bakabiliyordu. Erkek olduğundan kadınlara gösterilmezdi. Ben çocukken evimiz onun yanı başında olduğundan korkusuzca hep gider bakar (inanmazsınız ama) mistik kokusunu içime çekerdim. Tüm çocuklar bilhassa yaz akşamları etrafında geç saatlere kadar oynardık. Bakımını yapan bir bakıcısı vardı. Kapısı kilitli bir yere her gece bakıcı bir ibrik su bırakırdı. Sabah gelince bu ibrik boş olurdu. Hayal meyal onun gece çıkıp abdest aldığını hatırlarım ya da çocukça halüsinasyon. Beyazlar içinde silueti zor fark edilirdi. Kimseyi inandırmak zorunda değildi bilgi mahiyeti diye okusanıza olur. (Tabiki şimdi siz hadi canım bu kadarımda fazla diyeceksiniz).  Fakat tarih hırsızları rahat durmadığından 1982-85 arası bir vakitte evliyayı bir torba içinde yattığı yerde rahatsız ederek çalmak isteyince yetkililer olayı haber alıp duruma el koyuyorlar. Şimdilerde yine aynı yerde hem sanduka zemin üzerinde hemide artık oraya gelen ziyaretçilere gösterilmemektedir. Cesedin başı yoktur. Sonradan buraya kesik bir baş konmuşsa da kesik başın cesetle hiçbir ilgisinin olmadığı görülür. Bütün uzuvlarıyla olduğu gibi varlığını sürdüren cesedin göğüs ve karnı nispeten çökmüş, özellikle el ve ayakları tırnaklarına varıncaya kadar şaşılacak bir biçimde sağlamdır. Cesedin uzun zaman mumyalanmış olduğu görülmektedir. Ceset evliya erenleri az biraz kararmıştır. Şimdi onun asıl efsanesine gelelim. Bekçisi Yaşlı Hacı dede bize bildiği kadarıyla Derdi ki: 

Elâzığ’ın eski yerleşim yeri kayalık bir tepe üzerine kurulmuş olan Harput ve yöresinde 1700 yıl evveli yağmur yağmazmış. Kuraklık ardından kıtlık kapıya dayanır. Halk perişandır. Kimse ne yapacağını bilmez haldeymiş. Bu sıralar Balakgazi heykeli eski adıyla kayabaşında daha evvelinde Vali Vefik Kitapçıgil tarafından müze olarak düzenlenen alacalı mescidin yakınındaki bir evde Selvi adlı yaşlı bir kadın rüya görmüş. Bu Selvi adlı kadın rüyasında tanımadığı bir zatın kendisine “bir adam bul ama Arap olsun, başını kes getir bu dereye at ki kuraklıkta, kıtlıkta bitsin, bereket gelsin." demiş. Yaşlı kadın önceleri çok korkmuş ve buna pek bir anlam vermemiş. Ancak aynı rüyayı üç gece üst üste görünce karar vermiş. Karar vermiş vermesine de ama kimi bulacak, kimi kesecek diye bir sürede düşünmüş. Derken bir gece Arap baba buna denk gelmiş, kadın Arap Baba’yı bilinmez bir şekilde öldürmüş.  Başını da bindir korku ve zorluklar içinde kesip gövdesinden ayırıvermiş. Ardından gizlice hemen cesedi saklayarak başını da dereye atarak epey bir süre merakla beklemeye başlar. Bir süre sonra gerçektendi yağmur yağmaya başlar. Ama ne yağmur... Yağmur değil adeta tufan. Dereler coşar, her yanı sel basar, bir türlü dinmek bilmez. Gök yırtılmışta boşanıyor sanılmış. Yağmur önüne ne gelirse alıp götürüyormuş. Ortada ne ceset ne baş kalmamış. Yağmuru dört gözle bekleyen insanlar bu seferde bu felaket karşısında bu tufan karşısında mustarip olmuşlar. Durumu bilmediklerinden ne yapacaklarını şaşırırlar. Tüm bunlar olurken gelelim sevil kadına. Selvi kadın tufandan korkup derdini kimseye açamamanın çaresizliğiyle evine sığınıp kimseyle görüşmemiş. Hoş merak edende olmamış ya. Evindeyken bir gece yine uykusunda rüya görmüş.  Bu defada rüyasında Arap babayı görmüş.  Arap baba Selvi kadına “başım yerine konmadığı sürece bu tufan devam edecek ve her şeyiniz yok olacak." diye söylemiş. Selvi kadın ardı kesilmeyen rüyalarla boğuşmaktan uyuyamaz olmuş. Oturup detayıyla Arap babanın kendisine "kesilen başımı getirip yerine koyarsan yağmur dinecek, tufan bitecek." diye söylediği sözleri düşünmüş. Bu kez de başlamış yağmur, tufan, sel demeden kesik başı aramaya koyulmuş. Ama nafile bu tufanda kesik başı ir türlü bulamamış. Başka birini öldürüp başını keserek cesedin gövdesinin üstüne koymuş. Arap baba selvi kadının her baş kesip getirmesinde inatla "Bu benim başım değil, bana başımı getir." diyerek getirilen sayısız başları kabul etmezmiş. Sel, yağmur, Tufan devam ederken selvi kadında hala kesik baş getirmekle meşguldür. Nihayetinde Arap baba son bir baş getirmesinde selvi kadına bu başında kendisinin olmadığını fakat kabul edeceğini rüyasında kadına söyler. Tufan biter yaşam yeniden başlar. Bu arada selvi kadın Arap babanın bir ermiş olduğunu yayarak burayı Mescid haline getirir. Evliyalar arasında ARAP BABA böylece yerini alır. Harputlular bu olay üzerine Selvi kadının korkunç bir hastalığa yakalanarak günlerce ızdırap çektiğini sonrada öldüğünü söylerler. 

                             _______________İrfankarabuluT

 

Card image cap