Adını Ağustos böceğinden alan bu ayda sıcak bir yaz günün tüm kavurucu haşmeti yakıyordu ortalığı. Böyle bir günde okullar tatil olmuş ve ben Anadolu’nun bağrına yolculuk yapmıştım. Gittiğim yer doğunun Paris'i diye nitelenen Gakkoş’lar diyarı Elazığ'dı. Aslen oralı olmamama rağmen benim için apayrı yeri olan ve çocukluğumun tüm ihtişamını yaşayıp geçirdiğim bu yer benim başkentim, kale'mdir hala. Tatilim iyi ve göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş ve ailemle birlikte içimdeki buruk Veda’yla kendimi Adana 'ya giden bir tren katarında buluvermiştim. Memur bir aileye mensup olmam yaşam koşullarımızı belli ediyordu. Bir kompartımana yerleşmiştik. Altı kişilik olan bu yerde kâh oturuyor kâh koridorlarda sıkılmadan insan kalabalığı arasında yol bulup geziniyorduk. Kara Tren dağ ova tünel köy kasaba şehir deyip Anadolu’nun o kendine has güzelliklerini bize ücretsiz sunuyordu. Her istasyonda farklı bir yaşama alışık ve kültürümüzü bize tanıtan insanlarla karşılaşmak bana az da olsa ayrılığı unutturuyordu. Uğradığımız istasyonlar yöre halkıyla ve kendi yetiştirdikleri ürünlerini satmayla doluydu. Ne ararsak bulup alıyorduk yemek ihtiyaç sıkıntısı olmadan biz çocuklar neşeliydik. Güzelim, şehrimi geride bırakmış Malatya şehrini çıkmış ve K Maraş 'a bağlı şirin yer olan Pazarcık 'a gelmiştik. Burada makinist yolun kapalı olduğunu ve karşıdan gelecek olan treni bekleyeceklerini haber verdi. Bizde fırsat bilip istasyonda soğuk suyu olan bir çeşmeye ve bakkala koşup bir şeyler alacaktık. Babam ekmek, meyve vs ihtiyaçlar için para verdi. Ekmek dışında istenenleri hemen alıp geldim. Ekmek ise 200 metre arayla fırında vardı. Babam makiniste ekmek almaları gerektiğini ne kadar vakitleri olduğunu sordu. Ve benim gidip gelebileceğim cevabını aldı. Ben hemen büyük bir görev verilmiş edasıyla ok gibi fırlayıp istasyonu geride bıraktım. Fırın az yokuştu. İçeri dalıp Altı adet pide ekmek alıp aynı hızla döndüm. Tren hala istasyondaydı içeri girip bizim kompartımanı aradım taradım yok. Hay Allah az daha dikkatli baktım sanki değişik geldi. Tekrar trenden inip dışarıdan baktım. Belki babamlar beni görür diye yine gören yok. Ve o an içime zorla girmeye çalışan korkuyu fark ettim. Dışarı kovuyorum ama çıkmıyor Virüs olup bulaştı bir kere. İstasyon görevlisini bulup soruyorum bu tren Adana Treni mi diye. Ve acı gerçek korku bana gülüyor ve ben ağlamaklıyım. Sonunda istasyon görevlisi bana trenin az evvel gittiğini söylüyor ve çabuk davranırsam bir sonraki istasyonda yakalayabileceğimi söylüyor. Rastgele birine oradan geçen minibüslerin durağını soruyorum. Ben koşar adım giderken babamda istasyonda trene gelmediğimi ve trenin az beklemesini bize zamanın olduğunu söyleyen görevli memura yalvar yakar bir dille anlatmaya çalışıyor. Ama nafile tren bu arada kalkıyor. Makiniste durum anlatılıyor ve bir şey yapamayacağını söyleyen makinist pazarcık istasyona telgraf çekip durumu anlatıyor. Memurlar her yerde beni arıyor. Ben ise elimde ekmek ve az bir para üstüyle durakta minibüsteyim. Ama bir türlü gitmiyor ki bu minibüs çocuk yüreğim pırıltılı ve ürkek, az da gururla ağlamıyor. Benden başka yolcular var telaşımı gören soruyor durumumu yedinci kez anlatıyorum. Şoför halimi anlayıp gaz pedalına yükleniyor. Neyse yoldayız On veya On beş dakika arayla diğer istasyondayım. Bu tren istasyonu Pazarcık’tan bir sonraki Narlı tren istasyonuydu. Aceleyle istasyon görevlisini bulup tık nefes olanı bir çırpıda anlatıyorum. Durumdan haberdar olan görevliler bana beklersem akşam gelecek posta treniyle, Ya da ertesi gün gelecek yolcu Treniyle göndereceklerini söylüyorlar. Eğer beklemezsem üçüncü seçenek istasyonun az dışında bulunan karayolunda o yöne giden bir arabayla gidebileceğimi söylüyorlar. Üçüncü yol aklıma yatıyor. Fakat elimdeki ekmekten başka ne cebimde para nede üzerimde giysi var. Memurlar belki de yalan söylediğimi evden kaçtığımı her gün kaç kişiye böle yardım ettiklerini ve para veremeyeceklerini söylediler. Ancak dedikleri yer olan Gazi Antep, Kahraman Maraş ve Adana karayolu ayrımında bulunan benzin istasyonunda çalışan personele durumumu söylersem bana yardım edebileceklerini söylediler. Akşam olmakta beş parasız ve elimde ekmekle endişeli korkulara gebeydim çocuk aklımla. Tarlaları yara yara elimden ekmek düşüyor. Ayağımdaki terlikler kâh çıkıyor kâh nadasa bırakılan kara toprak parçaları ayağıma batıyordu. Ve ben artık sabırsızlığın, acının etkisiyle salya sümük ağlamaklıyım. Öyle böyle değil hüngür hüngür ağlıyorum.  Güneşi boğmaya çalışan akşamın etrafa yaydığı gizemli kara korku ve içimdeki his bu ovada beni boğmaya çalışıyor. Düşüncelerle 4x4 bayrak yarışını sonunda ben kazandım. Dörtyol üstündeki benzin istasyonuna geldiğimde elimdeki ekmekler kupkuru olmuş ve ben kan ter içinde kalmıştım. Gecenin kara şövalyesi ışıklarını yakmış ve burası ışıl ışıldı. Oradaki çalışan personele soluksuz başımdan geçeni anlattım. Zaten iki kişiydiler gayet ciddi bir tavırla inanmışlardı. Ve galiba bu olaylar sık oluyordu ki bana tamam hallederiz dediler. Orda bir yer gösterip merak etmememi söylediler akşam saat yedi’de otobüsü oradan hep geçiyormuş. Beni o otobüsle göndereceklerini söylediler. Ben aç ama korkunun etkisiyle sanki karnı tok elimdeki ekmeklere bile bakmadan bir kenara ilişip yorgunluk sersemlikle beklemeye koyuldum. Ben oturup dinlenirken biraz rahatlamıştım. Oradakilerden biri gelen arabalara benzin dolduruyor diğeri de yakındaki Lastikçi, Lokanta, Büfe’den bazı insanlarla benim hakkımda konuşuyordu. Ben ya yoldan geçen arabaları sayıyor veya gelecek araba hangisidir diye hop oturuyor hop kalkıyordum. Bu gelip gitmeler arasında saatin sekiz olduğunu oradan birinin daha Adana’ya giden otobüsünün geçip geçmediğini istasyon görevlilerine sormasıyla öğrendim. Dayanamayıp bende ne vakit geleceğini sordum. Beş dakikaya orada olacağını öğrenince rahatladım. Sonunda kahramanım geldi. Ve oradaki iyi insanlar beni çağırarak otobüsün muavinine teslim edip benden para almamasını ve dikkat etmesini tembihlediler. Yine bana da oradaki esnaftan toplamış oldukları bir miktar parayı verdiler. Ve ben otobüsün en arka koltuklarından birine binerken elimdeki ekmekleri o iyi insanlara minnet duygusuyla verince bana bakıp gülüştüler. Tabi ben bir şey anlamamıştım. Koltuğa kendimi atar atmaz otobüs hareket etti. Ben yılların yorgunluğuyla uykuya dalmışım. Bir uyandım ki Kahraman Maraş otogarındayız dedi muavin. İhtiyaç molası için durmuşuz. Tuvalete  gitmek için izin aldım. Acıktığımı fark ettim. Zengin olmanın etkisiyle de yiyecek bir şeyler almıştım. Nihayet gece yarısı saatler On iki otuzu gösterdiğinde otobüsümüz Adana otogarına girdi. O saatte oturduğumuz mahalleye vasıta yoktu. Ama bende para vardı. Hemen bir taksiye binip eve geldim. Harcamalarımdan sonra param yinede artmıştı. Ve kalan paramı da çok sevdiğim bir bisiklet almak sevinciyle sakladım. Evin önünde taksiden inip oturduğumuz dairenin zilini çaldım. Yaz olduğundan evin pencereleri açıktı bizimkilerin sesi hüzünlü bir şekilde geliyordu. Beni görünce hem şaşırdılar hem de sevindiler. Bende en başından sonuna kadar gururlu bir şekilde olayı ayrıntılarıyla anlattım. Şimdiyse otuz yıl  aradan sonra sizlere yazmayı uygun buldum. Takdir ve bilgilerinize diyorum.

                   __________________İrfan karabuluT