Daha güneşe doğru bakmasını bilmeyen bir çocukken hayat tuttuğu gibi kolumdan ezmeye ve pişirmeye başladı. Göz açtığım o tarih ama bir o kadarda ayrımcılık kokan kasabada kah evliya ve eren yatırlarında bekler, gelen ziyaretçilere mum satardım. Kâh dört veya beş kilometre uzaklıktaki mesire ve ziyaret yerlerine gider limonata çekirdek satardım. Tabi yol patika ve beş kilogram limonatamın ancak üç kilogramını bardak hesabı satardım. Eksilenin yerini suyla tamamlardım ki annemden azar işitmeyeyim. Kaşlarını çatar “Ula gine iştin mi yoğhsam!..”derdi. Bir şenlik yeri olduğu için tanıdık komşu akraba akran çok arkadaşlarım vardı.

                  Tüm yoksullar oradan geçinir. Kesilen adaklardan pay, ziyaret edilen türbelerde çıkanlardan sadaka alan çoktu. Oysa ben sıkı sıkı tembihli ve tehditliydim. Limonata çekirdek sakız satıp karşılığını alacaktım . Öylede oluyordu tüm yaz. Satış yapmadığımız boş zamanlarda tüm çocuklar oyunlar oynar ve ziyaretçilerin dağıttığı yemeklerle karnımızı doyururduk. Sıradan bir günde yine ziyaretçilerle beraberdik ve bizleri çağırıp sadaka dağıttılar almak istemesem de onlar ve arkadaşlarım beni zorladılar. Sekiz On yaşlarında çocukta olam paranın yüzü tatlıydı. Sadaka verenler “ Çağam bi seferden bişe olmaz al hade!... Daha fazla para gazanisin...” deyince dayanamayıp verilen sadakayı aldım. Ama bir sorun vardı ki kazandığım parayı annem biliyordu. Kaç bardak limonata çıkacağını hesaplayarak beraberce belirlemiştik. Akşam olunca evin yolunu tuttuk. Elimdekilerin hepsini satmanın verdiği gururla diğer çocuklarla neşeliydik ve şakalaşıyorduk. Ha bu arada aldığım sadaka parayı sıkı sıkı saklamıştım. Nereye mi? Tabii ki çorabımın içine...:)

                 Sevinçle eve geldim ve tüm hasılatı anneme verdim. Ama aklım çoraptaki paradaydı hep. Arkamı dönerek hızla kapının yolunu tuttum. Tam dışarı sıvışacaktım ki ayak baş parmağımın  yırttığı çoraptan bir şangırtı koptu. Ve paralar benden evvela yuvarlanıp annemin ayakları dibinde adeta biz buradayız dercesine durdular. Annem bir bana, bir paralara, birde eline baktı. yoksa elinden mi düştü diye. Fakat elindekilerde tastamam duruyordu. Başımdan kaynar sular dökülmüş, korku ve heyecanla atan kalbimin gürültüsünden daha annem ağzını açmadan ben  ağlamaya başladım. Yeminler ederek suçsuz olduğumu olan biteni anlattım. Ama yüzüm ıslak salya sümük korku ter içinde ne kadarını anlattıysam  bilmiyorum. Kendime geldiğimde annem kollarımdan tutmuş beni “Temam çağam ağlama.. Oğlım temam di yeter artığğ ağlama!...” diyerek sarsıyordu. Şaşkınlık içindeydim. İçimden “Heyret gızmadı? dögmedi de hema niyekine?” diyerek beynimde soru ve çocuk korkuyla birlikte düşünceler öyle gelip geçiyordu ki anlamak ne mümkün. Sonra ben susunca her şeyi bildiğini söyledi. Nereden mi?

                  Benden evvel gelen işçi emekçi arkadaşlar ispiyonlamışlar anneme. Annem daha evvelden hep  “eğer bele bişe olise kim geli baan sölise ona para verim!...” diyerek çocukları iştahlandırırdı daima. Ama ben limonatacı çocuk ruhumla aklımdan bunları çıkarmıştım.  Ve o günden sonra annemin bana olan güveni kat be kat artmıştı. Benim içinde iyi bir ders olmuştu. Ne dersiniz sizlere de birer bardak limonata vereyim mi? Temmuz sıcaklığında ve dağ serinliğinde o çocuk yüreğimle dostlar.

                ____________________İrfankarabuluT