Tek/elinde tekil bir düş’ ün mısralarına serildiğim ve aşkın ümmeti iken çağlayan duygular raks ediyor rüyalar.

Melun mahzun köşede oturan yetim gibi ve öksüzlüğün de vecizeleri iken içimden geçene sürmanşet iliştirdiğim bir cümleden de yok ötesi.

Girizgâhı hayatın nasıl ki ağlamakla başladık yolculuğumuza ve mısralar açan çiçek gibi yalnızlığın çimeninde ötüşen kuşlar aşkın hicretini sığınak yalnızlığın da sağalttığı o karanlıkta ansızın peyda olan bir ışık gibi içimdeki aydınlık her söndüğünde gaipten gelen bir güçle ışıdığım.

Meylettiğim yorgun yıllarım var benim yorgan gibi üstüme örttüğüm.

Yalnızlığınsa maraton koşusu bir ömür nasıl ki sahiplendiğim birinciliği ve de sınandım ve işte kollarımı sıvayıp da baş koyduğum yoldan da yok iken dönüşüm.

İstimlak edilmiş belediye arazisi gibi yüreğimin dik yokuşları.

Lal satırlardan firar edip çığlık çığlığa ortalığı velveleye verdiğim.

Yalnızlığın hünkârı iken gök kubbe ve göçmen kuşların izlediği rota her bahar geldiğin göçtükleri hüznü ve güzü düne terk ettikleri.

Terk edilmişliğin güftesidir yazdıklarım ve suskular giyindiğim.

Tutuşan etekleri alfabenin bazen yirmi dokuz harfin dahi yetmediği.

Uluyan değil ulayan.

Şaşkın bir ünlem işareti değil sadece imlecin her göz kırptığında gönül koyduğum mazinin ayak sesi yaklaşır da yaklaşır günüme ve yarınları ipoteklediğim kadar andaki mevcudiyetimle şerh düştüğüm tek dakika dahi yeterken benim için olası mutlak bir mutluluğa.

Azat edilmiş bir renk isem beyazım.

Ayyuka çıkan karanlığın siyahı.

Gri hücrelerim günbegün ölürken doğaçlama yaşadığım şu yalancı dünyanın da tek Davud’u iken davudi sesinde şairin şiirler çığırdığım ve işte ne varsa havsalamın almadığı kalemin ve iç sesimin direktifi ile yazdığım kadar kabullendim de yazgımı aşkın eşref saatinde büyüyen ateşi ise ellerimle tuttum ne de olsa aşkın ateşi ile kavruldum bir ömür biteviye süregelen ıssızlığın iz düşümünde sırtımı sıvazlayan Rabbime şükürler olsun…