Hangi düş’ ün yalnızlığıdır sevdiğim kadar düşünmeyi hep mi düşer insan aşka ve kendiyle olan derdine hep mi şerh düşer evren ve içimdeki yalnızlığı b/ölüyorum bir bir düşlerle bir bir şiirlerle yoksa nasıl pay ederim bu devasa rahmeti ve sevgiyi iklimlerden inşa ettiğim cennetimdir benim kalemimle her gece hasret giderdiğim ve asla sözcüğümde yok iken ‘’haset’’ denen imge.

Leylidir acılarım.

Nazenin yüreğim ve fıtratım.

İçimdeki dehliz kayboldu sonunda ara ara düşsem de de dara.

Geniştir yüreğimin penceresi hem babamdan tembihliyim ben insanları sayıp da sevmeye…

Ve işte an itibari ile sayıyorum soldan sağa ve ardıç kuşları geliyor gönül haneme yoksa nasıl sökün eden bunca kelime sıdkım sıyrılmışken bir kez dünyada saklı cehalete?

Sözcüklerim yorganım benim…

Sözcüklerim kâh yorgun kâh bedbin gel gör ki her tünediğimde masanın başına akıp gidiyor da sözcükler sular seller gibi.

Bense çoktan kapılmışken seline ruhun ve maneviyatın…

Kaybolmuş olsam da binlerce kere kavuştuğum işte güzel Rabbim nihayetinde kendim ve aşkın asası ile devasa bir rahmeti boca ediyorum dünya denen o değişken iklime.

Rengim ne sarı ne solgun.

Yüzüm ne kırmızı ne kızgın.

Yüreğimde ise saltanatını sürüyorum o kocaman aşkın ve insanlığımın bazen yalnızlığımın ama kalemi alıp da elime hiç geri durur muyum daha da çok sevmekten?

Mutluyum son günlerde ve mutlak heyecanlarımı yığdım ben binlerce cümleye.

Aşka binaen.

Dünyada yaşanan nefrete inat.

Huzura biat ve de.

Yasak sayar gibi sevmem ben hem ve asla sakınmam sözümü konumuz sevgi ve insan iken.

Devinen şu gün.

Yüreğim de atarken güm güm.

Gürleyendir gök gürültüsü düşendir şimşek ve yüreğimde saklı cennet her yağmurun ardında saklı iken çapkın güneş ve işte yaşama sevincime eşlik eden yüreğim ve kalemim ve iman gücüm yoksa nasıl ayakta kalırdım ben bir ömür?

Düşmeden yere.

Kalkmayı da bildi mi insan…

Yüzümse düşmeden öne ve sadece Allah katında kıldan incedir boynum ve aşkın rüzgârı ile Şems’in hikayelerine mazhar yüreğim belki de tevazu yüklü varlığım ve aralıksız koştuğum güzel Rabbim.

Kıblem hali hazırda.

Kayıt altına aldığım duygularım bir de omzumdaki melekler ve her zerremle hissettiğim maneviyat ve Mevla’m mümkün mü düşmek müşküle ve her Allah dediğimde nasıl da yetişir hem defalarca yetişmedi mi zemherilerde üşürken?

Romansı ömrün.

Nüansı sevginin.

Ve nice tevafuk ve mucize hâsıl olan ömrün de her anında saklı iken inancım ve bitimsiz taşkın mizacım ve aşkın…

Göğe kondum ansızın.

Yere düşen her damlada ise çekilip de inzivaya ve işte şeytanın bacağını kırdım sonunda ve dokundum kendime epeydir uzağında kaldığım kendim ve sevginin mucidi ve de müridi iken içimdeki rüzgâr nasıl da dindim ansızın nasıl da diktim sancağımı en derine ve tepindiğim değil boş yere takındığım huzur ve hüzne inat umudu katık yapıp da arşınlarken evreni ve işte süt liman gönlüm sonunda da çıktım feraha…

Söyleyeceğim çok şey var.

Yazdığımsa çok az henüz.

Günse devrilen.

Kırılan putlar ve tabular.

Aşkın esintisi ve hörgücü özlemin en çok da barıştığım kendime…

Barış çubuğunu tüttürüyorum son zamanlarda ve duman sayesinde haberleşiyorum içimdeki rengârenk çocukla…

Bazen afalladığım.

Bazense afakanların bastığı.

Kimi insan kalburüstü ve kimi isyan nasıl da günahkâr ve hamt etmenin verdiği huzurla kefilim içimdeki masumiyeti ve elimin kiridir akıp giden ve yüzüme bulaşan çamurdan da temizlendim madem gün sonunda ve yettiği kadar ömür yatıya kalacaktır sevgi ve umut.

Hazan yitti.

Hüzünse askıda.

Yüreğim huzur dolu ve içimin aydınlığı.

Sözcüklerimse eşlik eden nice renk misali ördüğüm hırkam.

Yetemediğim varsın olsun bir tabur dolusu insan yeter elbet kendime yettiğim kadar Rabbim de bilirken içimden geçeni.

Günü öğüttüm öğüteli ve geceye sığındığım ve kalp gözümle karanlığı deldiğim ve baş koymuşken bu aşka bu inanca başım gözüm üstüne kaderim neylerse…