Ah, güzel Mevla’m…
Renklerin mürididir belimdeki kuşak
ve saçımdaki yonca aslında küflü duvarlarında geçmişin külliyen yalandır
arkamdan söylenenler…
Bir eylemse sevmek belki de bir
rivayettir sevilmek ve işte aşkın dağlarına çoktan kar yağdı…
Bir yitimse ömür ve de ritim
bozukluğu iken aşk…
Meali yok sözcüklerin mecali de yok
kalemin ve aşkın şakıyan bestelerine seriyorum yüreğimin örtüsünü aslında
tünüyorum havaya belki de tüyüyorum dünyadan.
Bir rehavet konuşlu yüreğimde bir de
kıpırtısı duygularımın ve sancılı bir ömre kaynak yapıyorum sözcüklerimle.
Dur durak yok işte mademki konumuz
sevmek o halde bırakalım her şeyi hayatın akışına.
Mevsimsiz bir kibir adeta ölüm.
Kimliksiz bir mevta iken şüheda dünün
peçesine saklanan yine de duygular kadar uzun ömürlü bir hayat diliyoruz
Mevla’dan.
Gün yüzlü bir kalem ise durağım bazen
sözcüklerin dudağının uçukladığı ve şaibeli gölgelere geçiş hakkı tanımıyorum
hayatımda: ne önüme geçecek bir gölge ne de arkamdan sayıp söven…
İhbar ediyorum içimde retinası
yırtılmış o devasa göğü bazen sarkıtıyorum pencereden bazense pervazına
ilişiyorum…
Top yekûn firar etti duygularım: ne
kibirli ne de yanlı.
Kibarca telaffuz ettiğim hayatın ara
duraklarında bir inip bir biniyorum beni taşıyan uçan halıya ne akbil geçerli
ne de akılsız bir hece iken aşkın da iade-i itibarı elbet şekilden şekle giren
dünyanın kimi zaman rencide ettiği bense rengimle bir yanıp bir sönüyorum
gecenin ferine eşlik eden bir yıldız olmanın verdiği huzurla seviyorum da
geceye ve yıldızlara eşlik etmeyi.
Kaçan trenin son kompartımanı bense
kaçak yolcu olmadığımı ima ediyorum elimdeki kalemi gözüne soka soka
kondüktörün.
Aruz vezni adeta havanın diğer
esintisi.
Aşkın da nazenin bahçesi sözcüklerle
inşa ettiğim en çok da yıkıma uğradığım ömrün ertesi iken yazdıklarım.
Şahsına münhasır bir sevgi içimi
deşen ve pervasız bir rüzgâr beni benden eden ve peşindeyim kendimin bazense
kendimden kaçtığım.
Açamadığım kilitli bir kapı kimi
zaman insan yürekleri oysaki her birine müteşekkir ve sevgi doluyum sadece
ihbar ediyorum kuytularda gezinen gölgeleri.
Düşlerimi kıskanmayın asla ve içine
düşülesi bir aşkın da feryadını sakın sonlandırmayın…
Sözcüklerdir aşkın mintanı ve serkeş
gölgeler varsın olsun cahil cesaretinin esiri.
Aşkın kılavuzu iken bülbül gül olup
da açmaz mı insan bir ömür ve bir de
cahil cesareti ile sevdi mi…
Tınısı ömrün ve tanısı günün işte aşk
ve şerit değiştiren duygular:
Bazen sönen.
Bazen sesi kısılan rüzgâr.
Bazense sökün eden bulutlar ve
başımız gözümüz üstünde iken kader.
Mintanı sökük olsa dervişin ne ki?
Ne ki aşkın rüzgârı üşütse?
Ne ki fendine yenik düştü mü insan
mevsimin…
Kaydığımız o buzlu zemin ve kartopu
oynadığımız günler sahi çok mu uzak sahi çok mu yakın içimize doğanın gerçek
olacağı beklentisi ile köşe başında beklerken yarınları ve beklerken köşeden
dönecek sevgiliyi?
Bir riya değil madem sevmek.
Bir rivayet de olmasa gerek mutluluk…
Taçlandırdığım ömür bazense
taşlandığımız.
Taş duvar kimi zaman önümüze dikilen
ama umut da değil mi ansızın dikiliveren içimizde ve mizacımızdaki sapmalar
bazense sektiğimiz kaldırım taşları belki de ansızın vuku bulacak bir mucizenin
hayalini kurarken…
Sırtımız da pek madem.
Varsın ara ara öğün atlayalım yeter
ki öğütüldüğümüz değirmenden sağ çıkmayı başaralım.
Övünç.
Nice de öğüt.
Gölge edenlere ise resti çektiğimiz
ve her ne kadar gölgelerden yaka silksek de başka ihsan isteyip istemediğimiz
ne malum?
Karanlığın dibi göründü işte.
Yüreğin de eşkâlini çizdik mi
dosdoğru yaşar ve severken.
Kıblemizde atan yürek.
Yarınları kollayan felek.
Bazense yerle yeksan olduğumuz ve mıh
gibi saplandığımız belki de geçmiş zamanın türkülerinden şiirler inşa ettiğimiz
anda saklı güzellikleri kucaklarken yarınlara sürüklendiğimiz aslında
sayıkladığımız rüyaların gerçek olacağına dair bir beklentiye girip de
beklentisiz sevdiğimiz insanlar ve beklemeye aldığımız mutluluğun da ateşinin
yavaş yavaş yandığı.
Göğün kilimi:
Yalnızlığın örtüsü.
Fişini çektiğimiz dünün ise dinmeyen
gürültüsü.
Varlığın değil hiçliğin doğası
aslında doğası insanın ve duası.
Sözcükler bir emir kipi kimi zaman.
Sevgi ise tek maruzatımız.
Şiarı ömrün ve şüheda mazinin külü.
İşte yeniden doğmakta gün ve gece
öyle ki zaruri olan bir duygunun teselli bulduğu illa ki umudun açık yakasından
içeri s/üzüldüğümüz ve devasa bir açıda saklı olsa da acılar aç karnına
içtiğimiz bir bardak su gibi açlığı gidermenin de kimimiz için çok kolay
olduğu.
Tüten bacası evrenin.
Tünediğimiz gök kubbe adeta kuş gibi
hafifken ruhu insanın bazense kuş kadar canına dikkat ederken ama kanat da açtı
mı insan sevgiye gözünün bir şey görmediği ve kıblesine yürüdüğümüz umudun
telaffuz ettiği iken inanç ve sevgi.
Hulasası duyguların.
Hünkârı mevsimin.
Ve koca evrenin Huda’sı…
O halde hala yarınlar için umut var
ve hala da tecelli edeceğine inanıyoruz mutluluğun.
Bir yılı geride bırakırken…
İstiflemişken de duyguları ve
hayalleri…
Çivisi çıkmış olsa da dünyanın bizler
yeniden ellerimizde çekiç ve çivi ile duvara yönelip yeni yıl takvimini günler
öncesinden asmışken…
Mevsimin de tabiatın da dili olsa da
konuşsa keşke bu yüzden alt yazı geçmek ayrı güzel hayata ve tüm kirlileri
makineye attığımız ve yüreğimizi hala temiz ve sevgi dolu tutarken hoş geldin
yeni yıl…
Çok çok teşekkür ederim