Kasim çalmişken kapimi
Hangi gülüşün unutulmuş türküsüydün
ve hangi minvalde saklıydı beyanın…
İzleklerden sökün eden anılar
Gök gözlü kadında saklı sırlar
Bir renkti içimi bandığım
Bir hazan ertesiydi yalnızlığım
Kasım kasım kasılan gölgelerden
çaldım ben umudu
Kasım idi madem zuhur eden
Kasımpatı misali sözcüklerim yoldaşı
iklimin
Yarenimse tabiat
Yâd edilesi mazimden firar eden çocuk
kimliğim.
Şimdi düşler g/ör, sevgili mevsim ve
miadı dolan aya rahmet dile mevsimden.
Mikado çöplerinden inşa ettim ben
yüreğimi ve Kasım’ın hüzünlü güftesinde unutulmuşluğun resmini çiziyorum ve
fidelerim boy veriyor.
Mahzun gölgemle ve âşık olduğum
şehirle sözleştim de çıktım yola ne de olsa baş koyduğumdu umut ve sevgi ve
işte Kasım’ın şimendiferi…
Tutuklusu olduğum binlerce duygu,
hücrelerim hem ölü hem kalabalık bense şehrin isyanını dile getiriyorum ve
atlasta kapladığı o ufacık yüzölçümü ile milyonlarca insanı nasıl barındırıyor
ufacık yüreğinde almıyor da aklım asla.
Kuram dışı bir misafir kapımı çalan
ve kuralsız sever ve didinirken hecelerden örülü bir dünyanın akan çatısına
saklanmış gülüşlerimde çıkıyorum huzuruna Rabbimin.
Bir isyansa kulağıma çalınan.
Bir itiraf ise ansızın sökün eden.
İzafi bir gülüş olsam ne ki mevsim ve
çocuklar ve coğrafyalar ağlarken?
Ağıtlar yakmıyorum çünkü ben çoktan
yaktım gemileri üstelik demir almıştım ansızın derken dibi boyladım usulca.
Derinlerde yüzdüm yüzeye çıktığımda
görünmez olduğuma kanaat getirdim çünkü ketum varlıklara asla ulaşamadım ve
yosun kapladı gülüşlerimi ve tedirginliğimle kök saldım.
Engebeli idi yollar.
Efkârın da iz düşümü iken yalnızlığın
ırkında ölü solungaçlarım ve seyyah sözcüklerim ve kabri kayıp cesetlerin
peşine düştüm aslında peşime düşenlerden kurtulmak adına derinlerde yüzdüm ve
yüzüp de kuyruğuna gelmişken hikâyenin, asla bu hikâyede bana yer olmadığını
anladığımda ise çok geçti her şey için.
Herkes olmayı reddettiğim ve hiçlikle
ve de açlıkla terbiye olmuşken öznemi de kaybettim o duyduğum özlemse hiç
sonlanmadı sönense güneşin buyurgan ışığı idi ve ben geceyi dahi aydınlık kılan
Rabbime minnet dolu yürürken sessizce ve yüz bulduğumdu sadece sevgi ve
deştikçe toprağı kendimi sundum kabrine yalnızlığın ve kibirli güvercinlerden
aldım hıncımı.
Her yazdığım mektup kendime.
Kendime ulaşamadığım bir maceranın da
tam ortasında bulmuşken kendimi ve işte kendimle buluştuğum her yeni günde yeni
bir ben olmaya adamışken kendimi…
Hüzündü sırnaşık olan.
Sırdaşımsa rahmet ve Mevla.
Göğün kurumuş teninde dolanan
yıldızlar ve sevdalı, ah, o çapkın mehtabın da bir neferi idim madem ve matemimle
boy verdiğim enginlikte refüze edilmiş yüreğimde bir açtı bir soldu çiçekler ve
çengi ve çalgı ve neşeli Çingene işte hayatın meali ile yüzleşmiştim ansızın.
Anda saklı bir mutluluk.
Bir detaya saklanan hayat.
Bir hayata dair ise şiirler.
Şiirin öznesi aşk, yüklemi özlem iken
öykündüğümse sadece aydınlık üstelik gecenin köründe boy veren umutlar.
Kardığım her imge.
Kaybolduğum her gölge.
Kapıp da koyuverdiğim nice duygu ve
utku.
Aşkın şadırvanı idi madem mevsim
nasıl da kibirsizdi sevgi.
Gözümü sakındığımdan öte gözümden
düşen her gün ve her yaş ve her insan ne de olsa nazım da niyazım da benlik bir
coşkuyla eşlik ediyordu hayata ve ana ve bir anı mahiyetinde küredikçe küredim
sözcükleri ve gergin bir ipin üstünde yürürken ansızın dengemi kaybettim ve
düştü yolum bilinmeze.
Bir mevsimden öte.
Bir merasimden fazlası…
Ve işte kasım kasım kasılan her
sözcük yitirmişken hükmünü Kasım çalmışken kapımı.