Dün gibi.
Haddinden fazla ama.
Gün gibi.
Yarın yoktu artık lügatimde.
Yol gibi önümde uzanan.
Hancı mıydım?
Asla.
Yolcu muydum?
Bilemediğim…
Düşler ektim duş aldığım duyguların
bitiminde biten bir gül fidesi gibi içime diktiğim ve gözlerimi en tepeye diktiğim…
Dikilesi söküklerim vardı dilemması
dünün.
Diş izleri vardı bileğimde acaba
saati kaçtı ölümün?
Dilimdeki pas tadı pes, dediğim
hayatın da sarkacı…
Belki bir sakıttım belki dikit.
Yoksa dik başlı mıydım ama dik
durduğum kadar da diretiyordum işte yolumdan sapmamak adına.
Bazen yokuş yukarı çıktığım ve
ansızın boşluğa düştüğüm.
Bazen çukura ya da çamura düştüğüm
tıpkı dün okul yolunda sekerken bir kuş gibi İstanbul’un merkezinde bir o kadar
ücrasında saklanmış bir okulun gönüllü öğretmeni olarak çalıştığım çatısında
nerede ise tüm okulun tüm sınıflarının tek yabancı dil hocası unvanıyla girip
de ah, içine düştüğüm bu aşkın da sonlanmaması dileğimle hayatımın en güzel
zamanını yaşarken.
Mevsimler ve de.
Meali umut olan her mevsim.
Ve işte yeni bir güne yeni bir
haftaya yeni bir mevsime düştü mü yolum aklımdan geçen yüzlerce duygu ve cümle
hem güne yazmak adına hem ömre hem mevsime.
Müptelası olduğumsa coşkunun ve
sevginin esiri ve eseri olduğum.
Yorgunluk ise lügatimden çoktan firar
etmişken.
Ah, söküklerimi dikemediğim.
Ah, diklendiğim zalim ve şeytan.
Melek olup uçmayı hayal ettiğim ve
inanması zor ama bu duyguyu bizzat yaşadığım ömrün de bekası iken içime bazen
hüzün veren genelde coşku ile d/okunduğum satırlar ve dünyalar içinde
kaybolduğum bazense içime yerleşik inanç ve sevginin de izdüşümü iken hayatın
meali illa ki sevgiyle harmanlanan.
Yaşam bazen çerez.
Yaşam bazen ana menü.
Aşk ise fıtrat bazen firari bazen bir
fırtına.
Mecazi bir esintide uçuşan ruhum ve
saf kalbim ve saf tuttuğum aşkın da muadili iken kalemin her d/okunduğunda
kalben içime eşlik eden binlerce kelebek elbet insanüstü bir sevgi addedilen
kimi zaman ve bazen sıra dışı olduğum kadar kabul gördüğüm bazense insanlar
tarafından reddedildiğim…
Ve işte rest çektiğim hayat ve
kabuğuma çekildiğim.
Kozamsa asla biçim ve renk
değiştirmeyen.
Tek kozumsa sevgi ve itikattan geçen
yolumda baş koyduğum her güzelliğin bazen dağıldığı bazen ben iken yürekleri de
dağlarken bazen ağladığım ve işte insan olmanın resmi ve fıtratı iken
gözyaşlarım ve yaşımı silense meleklerin rüzgârında ferahladığım ve teslim
olduğum kaderim ve yüce Rabbim.
Günlerden mantıktı madem.
Bense matemle örmüşken mahremiyetimi.
Makul olan olmayan her şeyi de
denemişken…
Bazen asılı kaldığım ip.
Bazen askıntı olan hüzün.
Bazen bir asma yaprağı gibi uçuştuğum
ve salındığım ve işte denk düştüğüm anda saklı bir muvaffakiyet en çok da
maruzatımı sunmak adına gözlerinin içine b/akarken insanların bazen rüzgar olup
kapısından kovulduğum bazen duman olup sevginin bacasında tüttüğüm bazen titrek
ellerimle dokunduğum boşlukta rastlaştığım hiçliğim ve kendim.
Bir mısraaysa öykündüğüm.
Bir yürekse çırpındığım.
Bir yarıksa içine gömüldüğüm.
Bir yalansa asla umursamadığım gelin
görün ki hayat ve zulüm insanı kimi zaman damgalarken bense şerh düştüğüm
hayata ve yazmanın verdiği huzur ve coşkuyla hem Rabbime hem kendime
kavuştuğum.
Bir ses efekti ise damlayan musluğun
sesi.
Bir ses efekti ise çalan saatin tik
takı.
Bir ses efekti ise midemin
guruldaması ve bir bardak suyla açlığımı bastırdığım ama daha çok severek de
kendimi ruhumu doyurduğum.
Hem ben ne suç işlemiştim sevmekten
başka?
Var olduğuma inanırken yokluğuma şerh
düşenler.
Yokluğumsa kimsenin umurunda
değilken.
Kalem bile beni terk etmişken…
Sorularsa hayatın uleması bense
devşirmeni aşkın ve işte yeniçeriler misali kazan kaldırdığım aslında kendime
öykündüğüm aslında dünüm iken gözümde tüten yine de payidar olan günü ve umudu
sıkıca tutup da tek dua iken asla yüreğimi terk etmeyen ve tek dileğim:
‘’Rabbim, yeter ki sen terk etme
beni.’’
Miadı dolan mıydı yoksa günden arda
kalan?
Milat bildiğimse kalemle olan
tanışıklığımın dokuzuncu yıl dönümünde efkârla mumu söndürdüğüm ve
kıvılcımlardan doğacak devasa bir ateş beni gözüne kestirmişken…
Bense kesmişken kendimle olan
bağlantımı ve tam da koptu koptum olacak ki hayattan…
Dile gelmeyen ama başıma gelen.
Yüreğimde saklı devasa bir sevgi asla
beni terk etmeyen.
Yitenlerin ateşi ise sönmemişken ve
acının miadı çoktan dolmuşken…
İnanmaksa illa ki: önce Rabbime ve
kendimden emin olsam bile uzattığım elimi tutacak bir iklim, bir rüzgâr ya da
bir dal gibi hayata tutunmak adına sadece en çok da yüreğimde sakladığım
yüreğimin dağlandığı ama ümidi ansızın kesip yoktan var eden Rabbime göç
edeceğim inancı ile hayattan kopmanın verdiği o derin acı ve yıkımla sona
gelmiş olma ihtimalinin ağır bastığı.
Sonrası mı?
Elbet payıma düşeni yapıp da sabır
etmekten öteye geçemediğim gelin görün ki dünyadan ve insanlardan yana hem
sevdalı hem dertli olsam da güven duygumu saklı tutmanın muadili iken inancın
her zerresine eşlik eden kalp gözüm ve aşkın hatırına geri döndüğüm hayat ve
kendim…
Sevmek ve de inanmak illa ki üstelik
kendimden başka birilerine güven ve saygı ve sevgi üçlemesi ile yaklaşıp
gerisini Allah’a bıraktığım bir o kadar içim rahat ve huzurla başımı koyarken
yastığa…