Düşlerimin yangınından örüyorum ben
kaderimi ve atıl duygularımdan gerisi ise hayalin de ötesi.
Nazlıyım.
Nazenin bir mevsimim.
Ben aşkım ve kıblesiyim bilinmezin
bazen aşka sarkıtlar eklediğim bazen dikiti mevsimin belki de diviti yüreğin.
Gönlümün kopçasından koptu
sözcüklerim ama yetmedi.
Ar bildiğim ne ise.
Arş bildiğim.
Aşk bildiğim.
Ve ruhumun aş’ ı iken şiirlerim ve
sözcüklerim…
Maviden benim tenim ve asildir
titrim:
Bazen yâd edildiğim bazen yaren
bildiğim ve yalnızlığımla kalabalığım arasında gidip geldiğim.
Mayın tarlası cihan bense dünden
razıyım şehit düşmeye: ah, keşke mümkün olsaydım atalarımla saf tutsaydım
düşmanların önünde.
Varsın kalayım bir başıma.
Bu vatan aşkına düştük düşeli…
Düşünmeden de veririm canımı tıpkı
tüm yiğitlerimiz gibi.
Aşkın kalpazanı kimi zaman kimi
insan.
Zanlar mı ağır gelen?
Ne fark eder ki insan kendini
bildikten sonra ve sadece Rabbine yürüyen.
Zamlı bir tarife belki de sevgi ve
işte tüketim vergisi iken özlem tükenmek mümkün mü sevip de sevilmeyi dilerken?
Hamt olsun günüme.
Arz ederim tüm sevdiklerime…
Bazen bir nakkaşım.
Bazen terzi söküklerimle yüz göz.
Bazen şiir düşüp de maziye ve işte
şüheda dünün kırıntılarından örmekteyim ben hayatı ve tüm şiirlerimi.
Şahlanandır yürek.
Şah damarımdan da yakın şükre delalet.
Sürmenaj olmadı beynim ama
sürtünmekten acıyla süt liman olmayı da becerdim sonunda.
Bilindik ne mi var?
Bilinmedik mi yoksa peşine düştüğüm
ve peşime düştüğüm…
Peşimden gelen binlerce hece bense
türküsünü söylüyorum cennet vatanımın türlü türlü insan ve ihanetine de
aldırmadan sökün ediyoruz bir bir yattığımız siperden.
Sirenler mi çalıyor?
Siması çok mu tanıdık ne
çağıranların…
Şimal Yıldızı ve de göz kırpanın nicesi.
Bazen beyhude addedilen.
Bazense beyitlerden taşan.
Sınandığıma vakıfım ve ölümden uzağım
bazen tuzağına düştüğüm insanların oysaki ben onların doğasında saklı sevginin
kılavuzu olmak adına ant içtim ve işte daha da yakın kıldım kendime evreni ve
kılı kırk yaran mizacımla kırklamış olsam da acılarımı sonunda sabrımı büyütüp
mutlu ve huzurlu olmaya nasıl da vakıf kılındım Rabbimce.
Bir ritim bozukluğu bazen hayat
bazense frekansı duyulmayan.
Ve ansızın geri tepen o silah ne de
olsa kazadan beladan koruyor dualar ve işte Sırp Sandığı Savaşında kaybolan bir
duyguyu anda konuşlu buluyorum aslında tarihin tekerrür ettiği kadar tevekkül
ediyorum ve sırtlayıp heybemi düşüyorum yola.
İzafi olan ne mi?
Ya, gerçek olan?
Elbet kutsalımız iman gücü ve Rabbin
bizlere bahşettiği ömür ve nefes ve nefsimizle yaptığımız mücadele demek ki
doğru yoldayım.
Günleri uyuttum da geldim.
İçimdeki hırçın ve mızmız çocuğu da
susturup…
Ama her halükarda ben de konuşacağım
ben de susacağım ben de sabır yükleneceğim yüklendim de: en ağır acıyı yüklenip
andan firar edip zamanda dolaşıp ve işte kendime geldim ve kendimi buldum
nihayetinde kendimi nasıl da sevdim.
Rakımlar ve rakamlar uçuşan.
Sancılı bir doğum oldu benimki ve
sabaha ermeden doğdu iyi dileklerim ve ruhumdaki rüzgâr ve tüten duman
yüreğimden bense yerle yeksan olmuş her şeyin üstünde bir duyguyla ve sevgi ile
ve umutla baş koymuşken bu yola…
Defolu bazen iç sesim.
Nükseden nice duygu ve vakıf oldum
nice nesrin esaretinde şiir olabildiğim hikâye olup anlatıcısı iken genelde
kahramanı olduğum nice masalın sürrealist kalemiyim belki de.
Kanmadım ben herkes gibi.
Kandırmadım da kimseyi.
Ama çok kanadım çok ve kardığım
hecelerden çıkıp da yola kanamalı bir ömrün bekası olsun diye umut…
Ah, hasret duyduğum.
Asla da haset etmediğim.
Hamt ettiğim.
Kimi ne der, diye düşünmeden deli
gibi sevebildiğim bir evren nice insan en çok da mazlumlar sonunda kalemin
direktifi ile kendime yöneldiğim…
İnce ayarı imiş sevginin meğer
kendini sevmek ki…
Aslında öncemde mutlu iken kendimle.
Bir adım ötesi soğuduğum kendimden…
Ne de olsa kendime yüklenmişken bir
ömür ve her şeyi de yarım bırakmanın verdiği o yeniklikle.
Yenileniyorum ama yaza yaza.
Arındım da içimde saklı o sarpa saran
hüzünden.
Muğlak değil önüm ve güzel Rabbim şükürler
olsun sana ben hala sağ ve sağdık iken içimdeki masumiyete ve sevgiye ve
yalnızlığımı giderdiğim seve seve; yaza yaza…
Yazgıma razıyım da ve şükür dolu.
Yazmadığım kadar mutsuzmuşum madem
önceki ömrümde.
Yarenlik eden kalemim ve delik cebim
ve ısrarla sözcükleri döküyorum yürüdüğüm yolda peşim sıra geliyor da nice
duygu nice insan ve işte umudun taslağı benim çizdiğim resim.
O devasa resim oysaki ben ufacık bir
zerre iken öncesinde ve işte taşıyorum resimden de sözcüklerden de…
Rengimle.
Duruşumla.
Bazen huysuz mizacımla vuruşumla
boşluğa ve işte hoşlukla doldurduğum o devasa boşluk ve bilumum duyguyla haşır
neşir bir o kadar hatırşinas insanlar sayesinde kendimle el sıkıştığım.
Bedenimden taşıyorum ve aş erdiğim
huzura adım adım yaklaşıyorum.
Açlık ne ki?
Tokluk mu?
Tıka basa doydum ben dünümden bu yana
bu yüzden bir ömür aç kalmışlığım asla engel olamaz içimdeki coşkuya ve
bedenimi es geçtiğim kimi sıkıntıya rest çektiğim ve ruhum sevgiyle ve umutla
tıka basa dolu yürekse kuş gibi kanat açıyor demek oluyor ki; ben haddinden
fazla coşkulu ve ümitvar iken bu hikâye de kolay kolay bitmez…