‘’Aysel’in gölgesine saklandım
Hep susamışım su içiyorum
Geceler bitmiyor neden bitmiyor
Uykumun arasında bekliyorum
Aysel bütün gece gözünü kırpmıyor
El yordamıyla yokluyorum
Kapıları karanlığa açılmış
Avcunda diken diken şiirlerim
O ara belki Aysel dışarda olacak
Bir kesik olacak dilimin ucunda
Camlarda bütün bulutlar delirmiş
Yağmur çocukları çırılçıplak
Korkacak bir şey yok hesap tamam
Dediğim gibi hatta güleceğim
Kendimi hazırladım biliyorum
Ben çıktıktan sonra
telefon…’’(Alıntı)
Bir g/örüntü idi varlığın:
Ah, aşkın nabzını tuttuğum kadın
Şimdi düşler ektim
Divane yorgunluğumda aşkı dilendim.
Rapunzel saçlarında gecenin
Dilemması evrenin
Yüreğimse saklı binlerce tebessüm
Ölümü mimlediğim
Mimlendiğim şöhretim
Ve şiirlere kılıf geçirdiğim
Hazanın muadili ve müdavimi idi
eklemlerim
Aşkın aryaları
Yalnızlığın nidaları
Saklı tuttuğum bir tebessüm
İhbar ettiğim iç sesim
Tevazu yüklü bir şiirin ta kendisi
iken
Varlığımdan dökülen hecelerin rüştüne
düştüğüm
O not başım nasıl ki inancın
huzurunda kıldan ince…
Bu, ben olamam belki de feri
sönmüştür güneşin ve lanetin üstü örtülü, muallim.
Hem Aysel’dim hem Zeynep.
Bense iklimlere gebe bir serap:
Aşkın na’şı.
Sözcüklerimden sızan gözyaşı.
Bir gülümseme borçlu bana Tanrı bense
sektiğim kadar bir iklimden diğerine.
Baş aşağı saplandım derine: topraktı
beni çeken kandı içtiğim ve kustuğum hüzün ve şiirlerim.
Topak topak oldu hasret.
Kimi insansa haset.
Hasat mevsiminde düştüm yola ve
kökümden söküldüm ansızın belki de boyum yetmedi o dalgalara aşk ki bir kör
döğüşü ne zamanki düşsem bu tuzağa kendimle cebelleştiğim.
Dümeni kırdın madem, azizim sor
bakalım gitmeden önce!
Yakalandığım bu sağanak ne ki içine
düştüğüm kabrin ateşinde.
Elem düşkünü bir bulutum ben ve
endamlı yüreğimle serildiğim kıyı köşe ve işte miğferim de düşüverdi başımdan
bense matemin reisiyim.
Kimi zaman.
Kimi insan.
Binlerce yeis tutuklu kaldığım
bazense esefle kendime söylendiğim.
Bir kare kodu belki de aşk.
Bir üçgende saklı iken üç acı.
Açamadığım gönül pencerem ve kırık
çekmecem ve kırılgan göğün hünkârı iken alıcı kuşlar bense paye vermezken
kendimden ve yüklendiğim kadar aşkın kıvılcımlarında sürüklendiğim bazense
izbelerde saklandığım.
Gönül rotam.
Rutinim.
Bilinmezin ta kendisi kimi zaman
tökezlediğim.
Bir lanetin ta kendisi belki de
şimendiferi evrenin.
Siması tanıdık acıların açısı belki
de geniş mezhepli dalkavuklar bense kukumav kuşları gibi telaşla uçtuğum
yalnızlığın da akıbeti iken suskun iç sesim bir ömrü yağmaladığım nihayetinde
kalemin ruhsatını alıp da dağıldığım ve zamanla toparladığım mazim belki de
akıbetim.
Hunharca katledildi şafak.
Gün küstü evrene.
Evrense kan kustu kızılcık şurubu
içtiğinden dem vururken bitmeyen bir rüzgârla ıskaladım kimi zaman kendimi
aslında kendimsiz bir dünyaydı dileğim belki de dilendiğim değil dillendirdiğim
dilemması evrenin.
Şakayıklar ölürken.
Bülbüller gömülürken.
Güllerse sürgün edilmişken cehenneme.
Dünyada saklanacak son delik de
yağmalanmışken ve üstüme yağan ince ince.
İnce hastalığın efkârı idi bazen
Kafka’ya öykündüğüm ve öldürdüğüm nefsim nefesimse soluk soluğa kaldığım şu
koşuda kulvarımda saklı en delici rüzgârdım elbet aşkın amblemi elbet aşina
olduğum hüznün yamacında saklı bir sır gibi belki de bir patika yükseldikçe
aşkın tarhında dokunmak İlahi Aşka ve kimse sevmeyen en namert gölge olma
unvanı ile kazarken mezarımı…
‘’Sen İstinye’de bekle ben buradayım
İçimde köpek gibi havlayan
yalnızlığım
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle
öyle git
Çünkü ben buradayım
karanlıktayım.’’(Alıntı)
Yorgun Ekimlerin güftesiyim her ekin
vakti düştüğüm yol: bense karanlığın peçesiyim.
Hazanım, sevgili:
Hünkârım ve yetim yüreğim.
Düş iklimlerinde saklı bir yitimim ve
tevazu yüklü benliğim.
Düşler yitik, sarmalında gerçeklerin,
notalarım kayıp.
Bazen yandığım bazen eridiğim bir
bohça ki içine saklandığım.
Vaktin önemsizliğinde, aşkın
belirsizliğince yerçekimini umursamadığım bir dünyanın merkezkaçı iken aşkın
deli gibi kükrediği ve titrettiği bir izlekte doğdum ben gün ışığı nasıl da
talepkârdı bense tabibi mazinin.
İmha ettiğim dünüm.
Anda saklı mevcudiyetim.
Reşit bir sancı geçirdim üstüme ve
yazdığım her şiirde bir salındım bir alındım bir de aldırdım mı düşlerin
fazlalığında favorisi idi yüreğimin, ah o imgeler bazen çengel bulmaca gibi
çarpıldığım ve aşkı çaktığım en yüksek rakım s/onsuzluğun da meali iken
şiirlere namzet güfteler şarkılara anlam yükleyen gamlı notalar.
İhbar ediyorum yeryüzünü.
İtiraf ediyorum içine düştüğüm aşkı.
İltifat ediyorum aynaya lakin
kırıklarında binlerce ben saklı aynanın derinliklerinde ve yüreğimin delik
deşik olduğu asla yalan değil ve telaffuz ettiğim yarınların ikbali ne zamanki
bir sıfır yenik başlasam güne geceden kalma ayazım, nazım, niyazım ve
kıblesinde yüreğimin bazen içim kıyılan bazen bir içim su iken yüreğin
sebilinde akan ve işte kıyama durduğum ne zamanki kalemi alsam elime…
Kalantor gölgeler.
Ah, mihrabım
Ah, mizacım
Ah, miadım ve miladım ve efkârın
sancağında tutuşan ocağım ve yürek iklimim belki de ihbar etmezden önce gecenin
atan şafağı bense şakağıma dayattığım kalemin tetiğine basılı tutarken elimi
bir gülüş çalınır kulağıma sonra fısıltılar büyür ve gök gürler aşkın bet
sesinde susan şarkılar gibi ve peyda olan her kıvılcım aslında yalnızlığı
mahmuzladığım bir at gibi.
Nal topladığım yıllar.
Sezilerimde saklı vuruşlar.
Engebeli bir arazi imiş meğer hayat
ve enkazında yeniden yenidünyalar inşa ettiğim ve kocaman bir es verdiğim
hayatın kulvarından neresinden baksan b/ölündüğüm yıllar ve tutuşan dallar gibi
ateşi aşkın, şadırvanı göğün ve omzuma aldığım şalım belki de salkım saçak
benliğim ve yürüdüğüm yoldan sapmaya da niyetim yok iken yüreğime tıkıştırdığım
binlerce duygu ve cümle.