‘’Ey kalabalığımın kara yalnızlığı

Yıldızlar taşlarla söyleşiyordu

Sokak köpeklerinden öğreniyordum

Sevgisizliğin açık yarasını.

Güneş evlerden çok

Mezar taşlarını ısıtıyordu.’’

(Ş.Erbaş)

 

 

 

Aşktan başka neydi gerçeklik

Ve bitiminde ömrün müydü asalet yüklü rehavet?

Maviden yana düşlerdi kundaklanan

İçinde niyaz; içinde köpüren bir naz

Bir de gün ışığı doğurmuştu evren.

 

Safsatalara inandık can cazım

Sevgiyi de küfre boğduk.

Yalpalarken yokuş yukarı

Mezarında bitti acı aşkın ve inancın

Sehven yorgunduk ve yenik

Dibi tutan insanlığın maruzat bellediği her kinaye

Satır başında dökülürken yüreğimden küpe misali

Bir de çıngırak takmışlardı ateşe ve iblise.

 

Gün evrildi

Başımızın tacı artık nasılsa

Yalan ve ihanetten ibaret

Göğün koşumları:

Aşkın ve sevginin yalıtıldığı

Henüz kurulmuş yırtık tezgah.

Ön sözü olmayan yokuşun piriydik

Yokuş aşağı yuvarlanan üç beş methiye

Saf kan yarış atı belki de sökün eden kinaye

Sonrası malum:

Terk edildi insanlık ve masumiyet.

 

Bir lahza, bir edim;

Bir izlek içinde yerleşin makus talih

Devasa bir lanet

Zincirleme kaza varsa yoksa ihanet.

 

Torbası gözlerin doluydu…

Ne acı ne inkar

Sadece kimselerin görmediği biteviye rahmet.

Yürüdük yol boyunca

Yittik de insafsızca.

Aşkı hadım eden bir riya;

İnancı süngülü biteviye

Ah’lar baş aşağı

Yol yordam bilmeden dışladık koca cihanı.

 

Elemde tevekkül;

Tefekkürde minvali zincirden boşanan türevi

Yüreklerin

Bir de sonlanmadan gün

Nal topladık her saat başı kapıyı vuran

Sessizlik ihaneti körüklerken

Sözcükler dahi yıprandı.

 

Bir bitiş çizgisiydi sözüm ona günün içten pazarlığı;

Bir son durak belki de

Kapışılan her sözcük bin bir riya eşliğinde.

Maviden soylu renk mi vardı da?

Aşktan yana tüketilmişlik

Hep mi mubahtı?

Sözcükler kırağı çalan buklelerinde hüznün

Deşifre edilen gizemin da lades dediği

Bir telaşla

Burkuldu içimiz

Bölündü tüm uzuvlarımız

İnsanlığa rahmet;

İnsanlığa nazire;

İndinde bedellerin

Oysaki doğuştan sevgi ile kutsanmıştık.

 

Sonsuzluğa rükû eden gözlerinde inancın;

Edimlerinde sözcüksüz yabancının

Belki de tasfiye etmeliydi

Ruhu ve azabı

Körüklenmiş ne çok acı

Süngüsü muvaffakiyet

Özlemi de başının tacı idi kaybolan yürekler yerine.

 

Gaipten gelen bir coşku madem bu, can cazım

Neye niyet neye kısmet,

Demenin de meali illa ki

Üç beş dize

Ölmeden şerh düştük mademki hayata ve sevgiye

Yıkılmadık henüz can cazım.

Ölüm bile vakit tanıdı

Sonsuzluk aslında varlığın pusulası

Her edimde ve koşulda

Saniyeleri bile asra denk düşen

Dünya denen lahitte.