Card image cap
İstanbul sevdalisi

 

Sözcük dağarcığında kelime avına çıktım başlama kaygısı güttüğüm hangi yazıyı ipe çekeceksem çekimser bir eda ile s/alınıyorum.

 

Biteviye körüklenen o azınlıktaki mutsuzluk bir de şehrin tebaası yıkılan apartmanlardan y/ayılan dönüşüm muhtırası.

 

Oluşum öncesi bir teyakkuz ve bir mırıltı kulağa çalınan: dirliğin ç/ağrısı ve yan yan yürüyen coşkudan arda kalan üç beş kırıntı.

 

Tahliye edemediğim ömür ve kaygıların alayı. Soruların muhatabı cevap verememe yetisizliğim ile irkildiğim de cabası.

 

Azgın nehrin dokusundaki okunaklık adeta dirilen hücrelerin de gürültülü yalnızlığı ve vebalı mısralardan kayıp düşen anlam yitimi.

 

Patavatsız yüzünde yorgunluğun, yeknesak bir tanı adeta varlığın meşakkatle uzlaştığı o yarım ada.

 

Yoksunluğun hâsıl olduğu tamamlanma içgüdüsü ve esiri olduğumuz kimi zaman da mezar sessizliğine tanık olduğumuz coşkuyu sonlandıran kâh nüktedan kâh ağlamaklı bir tonlama yine göğün tanıklığında sefalet düşkünü benlik.

 

Ayraçlar öfkeli ve damarındaki akıntı yolsuzluğa meydan okumak adına kayıt dışı bir yükümlülükle iklimin saçlarını çekiştiren aczi yet.

 

Sebepleri sıralıyorum akıl yoksunu bir canlı iken kendinden taviz vermemek adına nutku tutulmuş mutluluğunun kanının çekilmesine sebebiyet verip.

 

Kuram dışı bir mağduriyet belki de etkisi az sonra geçecek bunca üzüncü yüklenip de etik olmayan her cümleyi aforoz ederken kalem, minnet duymadan yaşamak neymiş nokta atışı yapmak adına sevginin katmanlarında bir bir dokunmak adına hayatın tenine.

 

Ç/ekim alanında etmen teşkil eden zaruri fısıltılar sanırım göğün dokusunda akan bir çatıdan dolarken yüreğimize damlacıklar yine maruz görülmenin de ifadesini verip teslim olduğumuz.

 

Zaman türbülans yaptı: aşkın baş şehrinde ela bir hüzündü kutlanan.

 

Kanıksadığım acılardan ördüm lal şiirler bir de kutsanmaya dair mabedimde irili ufaklı kuşlar vardı yuva yapmaktan tutun da dualarını gagaladıkları her kırıntıyı aslında yüreğime t/aşıyorlardı.

 

Karadan bozma denizlerde boğulmuştum.

 

Denizden olma şehla haykırışlar suyunda can vermiştim.

 

Yine de titrek ellerimde ölümü yaftalayabiliyordum, o muteber fısıltıları duymazdan gelip kulluğumun bilincinde öksüzlüğümü ifşa etmektense evlat edinmekti tüm irili ufaklı acıları.

 

Aşiyan yollarında esrikli düşlerdi nemalanan göğün de hüznünde devasa bir çember çizip elim sende oynadığım.

 

Elimdi boşluğu kucaklayan ve elem bir rüzgârdı aşkı itekleyen.

 

Harcında ne isyan vardı ne de nefret sadece düş kırıklarından çıktığım yolda can pazarı yaşanan dünyayı nasıl da hafife alıyordum.

 

Uhrevi gölgesinde hidayetin…

 

Seyrüseferinde asaletin.

 

Düş kırıklarında cehaletimin bir de.

 

Unuttuğum isimlerim vardı ve yorgun sıfatlarım…

 

Edimlerde hararet s/aklıydı bir de yorgun çok yorgun bir tebaa aşka sureler işleyen; surelere sessizlikle eşlik eden.

 

Eşi menendi yoktu işte yalnızlığın; körpe acılarım büyümüştü de boyuma ulaşmıştı.

 

İzafi teninde ölümün, reşit bir gölge idi ahkâm kesen ve aşkın da sunumu her hadisi yüreğimle eşleştirdiğim.

 

Zamanın dirayeti sınanmıştı bir kere ve gönül yorgunu düşkünlüğümle sevgiyi ihya etmekle nereye varacağımı hala kestiremediğim.

 

Rahmetin güncel titrinde ve kayıpların da ışık tuttuğu neferinde ölümcül duygulardan çıkıp da yola ölümlü olduğumu unutmadan ölesiye sevdiğim de asla yalan değildi.

 

Kirli sular çekilmişti kıyıdan.

 

İçim çekilmişti adeta düştüğüm mahzendeki kırık ayna ile bileklerimi kesip kendimi s/osuzluğa uğurladığım.

 

Bir terennüm ses etti bir de ufkun hizasındaki dolu başaklar ve her atağa geçtiğimde bile bile işe yaramayacağını…

 

Bile bile seviyordum en çok da kendime yaraşır bir şekilde dile getirdiğim her duyguyu mademki Yaratan idi bana sunan ve en çok da Yaratanı tüm yarattıklarına duyduğum saygıyı korurken belki de kendime dönük yüzünde her ulvi duygunun matemi kolluyordum yeniden doğmak için.

 

Mavi bir Tanrının beyitleri olmaya öykünüyorum içimin telaşında çölün kumları göz kuruluğuna sebebiyet verirken…

 

Şehir meclisi henüz toplanmadı ve acıları da sonlanmadı şehrin oysaki şehir sakinlerinin asla umurunda değil ve ben benlik kaygılarımı bir ileti olarak sunup şehrin yaralarına merhem oluyorum aklımca, her saklı tuttuğum resmi şehre emanet ettiğim yüreğimi de geri almamak koşuluyla.

 

Bir almanak olduğuma dair söylentiler var yine de hurafelerin sağanağına yakalanmadan gök gürültüsünden devasa bir ev yapıyorum kendime üstelik her yeri ses ve duygu geçiren.

 

Yalıtıldığım şu düzenekte halen yaşamaya ve sevmeye ısrarcıyım bir de yazmaya ve bizim buralara postacı pek bir sık uğruyor hele ki teknoloji özürlü yapımla ben bir yapı taşı gibi konuşlanmışken sayfanın tam da ortasına.

 

Öğretilerin sonlandığı bir zaman dilim ve ah, etmektense kendimi tensiye edip of’lamaktan gayri bir şey yapamazken.

 

Yaban arılarından şikâyetçiyim bir de kuş seslerinden yoksa nasıl duyulacak sessiz hıçkırıklarım?

 

Rüyalarımın örtüsünü iyice üzerime çekmemiş olacağım ki gerçekle hayaller iç içe geçti belki de içre yolculuğumun tema’sı tüm olup biten:

 

Yaşayan ölüler ve mezarlıktan haber taşıyan ebabil kuşları.

 

Bir örüntü belki de bir mizansen beyhude gölgelerden yana asla kaygılı olmasam da alaylı bir soytarı olmanın şafağında ben reddi hâkim yaparken içimin mahkemesinde.

 

Düş palazı tüm ölülerim ve örüntülerim aslında canlı tanığı iken efkârın kocaman bir büyüteçle inceliyorum içimdeki ben’leri ve im’leri.

 

Kurcaladığım kadar da kurguluyorum yetim bir diyez ve bir bemol derken çemkiren dünya atlası aslında coğrafyaların kanadığı ve düzensizlikle adaletsizliğin kaynadığı sürrealist bir resim içimin alfabesi.

 

Çemkiren haylaz imgeler batağına süt liman gözükse de minvalim ben kayıpların izini sürüp aklım başımda restleşiyorum aklımla.

 

Aşkın hacmine yenik düşen.

 

Bir de hicvine tanık iken elemim.

 

Öğreti babında bir soykırım devasa mizansende kabuk değiştiren sıfatlar aslında akla zarar düşüngeç her biri ben fasılalarda hâsılasını sayıp karesini aldığım bir yalnızlıkla boy ölçüşen dünya düzenine ket vuran o cahil tayfası semiren yalnızlığın da gölgelere kondurduğu buse misali.

 

Öykünen bir Tanrı belki de tüm yarım adaların bir ana karaya denk düşme ihtimali ve solungaçları kayıp bir balık gibi balık hafızasında şehrin ben hala denizler aşmayı da maharet sayarken.

 

İklimsiz geçen yüreğin yongası ve izafi bir eksende çat kapı şiirler şimdi çaldığım kapısından boş döndüğüm yüreğimin misafiri.

 

Bir eklemde daha sancılı bekleyiş sürerken sonlanmayan fırtınada savrulmanın verdiği şaşkınlıkla saçlarımı düzeltiyorum ve taban tabana zıt varlıklar paralel bir düzlemde körebe oynuyorlar.

 

Sobelendiğim günler gidiyor da aklım aslında aklım hepten gidik ben çocukluğuma hoş bir reverans yapıp dokunurken okunaklı ve dokunaklı el yazımla ihya ediyorum şehrin sakinlerini.

 

Gövdesinde iri delikler açılan o yamalı bohça.

 

İki yakasın asla da bir araya gelmeyen şehrin sevdalı iki yakası.

 

Anadolu yakasından selam verdiğim Avrupa yakasına uğurladığım bir rüzgâr gibi iki yaka arasında haber taşıyor posta güvercinleri.

 

Semiren doğasında ölümün.

 

Ölümcül rotasında hayat denen coşkunun.

 

Coşkunun ansızın sonlanıp da yerini sessizliğe terk edişi gibi.

 

Ve uyanıyorum iki arada bir derede rüyalarımda kanat çırptığım iki yakanın da müridi bir İstanbul sevdalısı olmanın verdiği şevk ile açıyorum kanatlarını penceremin ve konan güvercinleri okşuyorum usulca ve fısıldıyorlar kuşağıma ben sehven yenik düştüğüm bu oyunda bir ayraç gibi içimi ayıran umut ve hüzün tepeciğinde biriken şehla düşlerin de temsilcisi iken halen umudumu yitirmediğim…