
Cümlelere teğet geçti̇m ölümü ve aşki
Menevişlenen g/öğün arası bir düşün
ikbaliydim bir zamanlar: örtündüğüm doğasında İlahi Aşkın, ölüme duyduğum arzu
idi ruhun kanatlarına konan kelebek misali üstelediğim yaşama sevincim.
Patavatsız doğasında hayatın, ben bir
Mehter marşıydım, her dizesinde yangın saklı özlemlerin de duasında
kaykılmışlığım.
Mavi teninde ömrün, siyah olmayı
diledim beyaza büründüğüm kefen bezinde ölümün, kuyruk acısı olan imlerin de
teyakkuzunda cahil bir cümle olma istemime rest çeken kirli beyaz bulutlarda
nakşeden o tortu ile sadece kepenk vurmalıydım yüreğime ve öyle de yaptım.
Haşmetli bir dürtü idi tüm kazanım
sadece varlığın saadetine ulaşma yetisiyle yenik düştüğüm evrende ben sadece
bir toz zerresiydim ve üfledim: içime üfledim ve içimi.
İçimi aşk olan muteber duygudan
arındım ne de olsa beşeri aşkın minneti doğasında saklı olan ve diri ölüler.
Dirilen cümlelere teğet geçtim ölümü
ve aşkı.
Hayat bir sözleşmeydi zifiri
karanlığa dönük yüzünde mahşerin de bir örüntü.
Sağalttım yüreğimi.
Sağ kıldım sözüm ona.
Söz vermiştim oysa.
Yasalar neyi gerektiriyorsa üstelik:
yaza yaza arındığıma biat lakin yazmakla eşleşen mutluluğu bana fazlaydı.
Süzülen yüzümde inme inen bulutlara
duacıydım.
Aşkın aksayan sesinde ise hep bir
tını idim ve tanımlaması imkânsız o büyü ile reşit bir ölü olmayı dilediğim.
Zanların.
Sanrıların kuytusunda, insan sevgime
sahip çıkıp da umut kıvılcımlarına sür-git ahkamlar yükleyen insan oğlundan
uzak durmam aslında terennüm yüklü varlığımda bir hadis kadar elzemdi.
Sustum yeniden.
Konuşmamasına sustum ve
yazmamacasına.
Yenildim.
Yenilmiştim.
Kim ve ne ise çok sevdiğim
azımsanmıştım ve ayrık otu mizacına binaen arıtıldığım kurşun dökülen sancılı
hecelere tuz basacaktım ve bastım ve de yüreğime ölümüne sevdiklerim ardımdan
tek gözyaşı dökmezken.