
Bi̇r çocuk daha yi̇ti̇p gi̇tmeden
Uyuyan çiçekler; uyumsuz papatyalar
belki uyduruk dikenleri ile gül olmaya değil güfte olmaya meyyal üç beş kırık
gül dalı.
Mağdur iklim güneşin mahpushanesinde
öykündüğünü dillendiriyor.
Yüksek rütbeli şakayıklar
toplanmışlığın tezahüratı ile efsunlu düşler ve geçişler belgelemekle meşgul.
Taban tabana zıt terimlerin kabarık
suç dosyası ve bir soykırım iddiası ne zamanki sapsak yolumuzdan, dönsek
sözümüzden.
Hünkârı beyitlerin, aşkı azığa alıp
da bir minvalde esrikli rüyaların çetelesini tutuyor.
Muhafız alayı mimlerin teyakkuzunda
sarı bilyeler hedefi şaşırıp da ihya ediyor tüm boşlukları.
Çeperinde alt yazı geçen ölüm
bültenleri ve çocuklara yakın durup dokunmakta mahsur görmeyen o belalı tebaa
hayatı ölümden beter bir sunumla lekeleyen.
Göğün katlarında ışıklar çakıyor ve
sisin yüreğinde buğusu cümlelerin.
Fıtratın gizeminde final cümleler
salınıyor.
Randıman alamadan ömrü diskalifiye
eden ruhani dokusu efkârın belki de rubanı serzenişlerin mavi çatılı evlerin
mor çatılı hapishaneler döndüğünün ihbarı.
Kayıt dışı bir özleme denk düşen mavi
atlası yorgunluğun belki meali olmayı kendine yediremeyen ısrarcı hüzün; yalaka
şehrin yaban arıları sokarken elemin ferine dokunan o cüreti en tepeye yerleşik
mavi bir pergelle mimleyen öbek öbek düşler.
Karaya çalan hazin makamı pembe
bulutların bir batında doğuruyor anlamsızlığın hırkasını giymeden çıkmanın
mümkün olmadığı tozlu yolları şafağın bir anlam bulmadan solmayı güncelliyor
parmak arası yorgunluk belki dostların, bir elin parmağını geçmediği.
Şahit kuşlar şehit düşlere rahmet
okuyor.
Sefertasında ihanetin ızbandut bir
öğreti: kadınların d/okuduğu özdeyişler ve çocuk olmanın cinneti ile kendinden
geçen gizli hazinesi evrenin bir boyutta takılı kalmışlığın akla zarar ihaneti
ile rükûa varıyor elem ve ölüm.
Tapınaklarında tozlu şiirlerin,
balyalarca ölü var ve insan demeye bin şahit aşk denklemlerini çözülmez kılan
bir manifesto belli ki.
Şimdi rahlenin her zerresine sirayet
eden o niyazı sonlandırmadan ve günün eceli gecede ibraz ederken bir çocuk daha
yitiyor belki de bir mersiye insanlığa sunum; bir sükût name aşkın isyanı.
Yeşil gözlerinde ölü mevsimlerin…
Şehit cenazelerinde cennet ülkemin.
Şanlı geçmişinde tarihe d/okunan her
nidayı bir solukta içiyoruz çoluk çocuk fark etmeden itiyoruz ellerimizdeki
mizansen ile sadece kutsuyoruz acıyı.
Varlığın terennümü.
Sevdanın hüznü çöreklenmişken yedi
tepeli şehrin isyanına tanık Tanrı ve tebaası duyguların.
Çöreklenmiş iklimlerde seyrelen
nazlarına aşkın nidalar sunuyoruz ve ehli beyit güzelliklerin her dokunduğu
yürekte acılar geçip yaralar iyileşirken hüsrana yenik düşen bir methiye ise
sandukaya özlem tıkıyoruz.
Hibeli aşkların şehri.
Şaşalı özlemlerin iz düşümü.
Bir yastıkta kocayan kaç şiirse ve
şairin efkârı şiirlere az gelirken…
Gün batımında hulasası tapınağında
şehrin bir kazurat belki de yüreğin düşesi tanrısal bir yetiyle kalp gözüne
oku, derken.
Ölmeyi emreden bir komutan edasıyla
ölüm emri veriyorum cümlelerime ve bir çocuk daha yitip gitmeden şehri ve
şiirleri barıma basıyorum anne şefkatiyle, yitenlerin acısına teamül ekleyip
bir tevekkülü daha sırtlanıp asla da tebessüm etmemeye yeminli…