‘’Bir insanın hayatındaki en özgün
şeyin delirmek olduğunu fark ettim.’’(Didem Madak)
Ve bu gerçekleştiğinde artık her şey
ama her şey için çok geçti…
Bir yanılgı mıydı ruhun geç gelen
baharı bir öneri miydi yoksa üstün zekâma gölge eden bulutlar…
Taban tabana zıt olduğum kâinat ve
içerlediğim kadar içleniyordum…
Dövmesi yılların nakşeden duyguların
ihbarı ve işte yazarak soluklanıyordum.
Miadı dolan bir şeyler vardı bunu da
geç fark ettim tam da kendimi sevecekken ilke edindiğim ne var ne yok
yerlerdeydi bense ermiştim arşı alaya askıntı hüznün nüvesi kalbim aşkın dur
ihtarı ve ertelediğimdi yine kendime doğru yol alırken ayaklarımın gerisi geri
gittiği…
Bir kelaynak kuşuydum kimi insana
göre aylak ne de olsa rotamdan sapmamıştım estiği kadar rüzgâr içime çekmiştim
ben her dökülen parçayı ve şaibeli bir mutluluktu kimine göre benden bana
uzanan o kırık ayaklı köprüde bir avazda çöken mealim ve asılı kaldığım
darağacı.
Sözcükler yongamdı.
Sözcükler tek muhatabım.
İklimlerse yerle yeksan olmuş bense
şaşkın bir yalnızlığı geçirmiştim üzerime ve anlamsız değer kazandığından beri
deşiyordum içimi üstelik anlam olduğum değil anlam veremediğimdi ne de olsa
hüznün ve şiirin de tapusu üstümeydi.
Üstün körü yaşamak mı ya da bir
baltaya sap olmak ve işte ruhumun balta girmemiş duygu ormanlarında bir baltayı
daha taşa vurmuştum şüheda mazime bir
b/akıyordum ki ve her ç/ağrı bendendi peki, ben kimdim?
Sıfatlar zümresi.
Zanlar ansiklopedisin.
Firar edemediğim bir beden ki içimde
saklıydı sonsuz ben’ in tecellisi.
Bir isyan ırmağında put kesildiğim.
Donduğumda ölmek değil yeniden
doğuşumu müjdelerken Tanrı ve kaç bin yaşında olursam olayım daha yolun
başındayım oysaki insanların nezdinde yazmalıydım son şiirimi ve de noktayı
koyup çekilmeliydim kabrime…
Ah, bilemezler asla bilmeyecekler de.
Kalemin tınısında ve tanısında kaç
bin cümle kurarsam kurayım hali hazırda en şaşalı duyguyu taşıyıp konmadım ben
o şatafatlı cümleye.
Ve işte arayışımın sonlanmadığı:
Bir kelebek kadar kısa ömürlü madem
günü gününe yazdıklarım ve de gün bitiminde nasıl ki veda ediyorum o kelebek
benliğime ve yeniden açıyorum çiçekleniyor bazen yoldan sapıp bir gül’ e
dönüyorum ve kimse beni annem gibi çağırmıyor asla yeltenmiyorlar ismimi
söylemeye:
Azgın dalgalar yalarken yüzümü.
Asık yüzümde sökün ederken heceler…
Sanmayın da hani, gözlerimden
dökülene bakıp aldanmayın çünkü ben şiir içip şiir döküyorum yaşlarımda saklı o
görünmez yası da yasa biliyorum ve evet, yalıtılmışlığın zemininde yakardığım
değil insanoğluna ayan beyan gel gör ki: Rabbim bilir içimdeki tasayı ve o
derin yarayı her ihmal ettiğimde kendimi ihya ederim zalimi.
İtiraz dilekçem kabul görmezken iddia
makamına başvururum ve iyi halden serbest bırakılırım ama vazgeçmem de yeniden
ölmek ve öldürmekse ruhumdaki ilhamı…
Susarım.
Çok sustum.
Susarım.
Bir bardak suda fırtınalar kopar
içimde ve yalıtılmışlığın gölgesinde yalın bir şarkı olmam ben ve asla yalın
değilim yalan hiç değil yakardığım en Üst Makam ve recim edildiğim şu cihan bir
de resmettiğim duygularım ayan beyan.
Delirip da taştığım doğrudur içimin
bentlerinden.
Delişmen rüzgârla seviştiğim de
doğrudur asla da taviz vermem içimdeki hırçın rüzgârdan ama tüm zararım kendime
ve her kendime meylettiğimde yıkar geçerim ortalığı ve kendimde bulduğum
binlerce kusurun ardından mümkün değil sevemem doya doya kendimi.
Bulmak bir yana buldukları kusurlar
bir yana.
Dert etmediğim ne varsa kendimle
ilintili dert olur ahvalime:
Bıçkındır sessizlik.
Biçerim yalnızlığı.
Zıtlaştığımdır münafık gölgeler ve
zalim haris nefsine tapanlarla yürümem aynı yolda ve kapıldığım kadar İlahi
Rüzgâra İlahi Aşka meylederim.
Zaruridir bu arayış.
Kıblemde arındığım kadar tevafuk yüklüdür
yolum ve tevazu dolu yüreğimde kopar fırtınalar.
Delicesine sevmekle iştigal
delirmemek adına yazarım.
Delirmemek adına susarım.
Ama tepem bir de attı mı…
Sözcüklerdir cennetim yazmamaksa
cinnetim.
Yâdım dünde saklı yalnızlığım baki ve
kaskatı kesilir bedenim ne zamanki sussa yeryüzü bu yüzden semaya b/akarım ve
rüzgârla yer değiştiririm en çok da içime ters esmeyi severim.
Doğru giden ne var ki?
Dosdoğru gitsem de rotamda inişli
çıkışlı duygularla sekerim bir duygudan diğerine ve firar ederim kendimden.
Diktiğim fidanlar.
Dikilesi heykeller.
Diklendiğim kadar evrene en dik
açıyım bir o kadar büyüyen bir acıdır ruhumu esir alan.
Rengim soluk ve uçuk.
Uçmadığım kadar isyankârım.
İsyan ettiğimin bir sonrası
sığındığım Rabbim ve ettiğim tövbelerim…
‘’Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir
Her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü
Bir gök gürlese bari diyorum, bir sağanak
patlasa
Bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse’’(Alıntı)
Ve işte hizaladığım kadar ömrü sözcüklere peşkeş çekiyorum
ruhumu ve her sözcükten bir nur doğuyor nurun İlahi esintisinde yalnızlığın ve
de zalimin beti benzi atıyor…
Yağan nura.
Yağan sağanağa duacıyım.
En çok da anneme çünkü onun ettiği dualardır beni iblisin
şerrinden koruyan ve lanetlediğim zalimin da kökünü kazımakla iştigal çünkü her
mazlum benden bir parça ve her mazlum benim ruh ikizim bu bağlamda yandığım
kadar yakarıyorum yüce Rabbime ve yâd ellerde bulamadığım teselliyi inançta ve
kalemimde buluyorum.
Sözcükler tükendiği kadar ben türüyorum.
Ben türettiğim kadar cümleleri ve şiirleri, kat izinde
saklandığım yolculuğumu ütülüyorum çünkü insanlar böyle istiyor ve…
Ben hep kendimim.
Hep kendimle savaşım.
Kendim olduğum kadar iliklerime kadar kanıyorum ve işte
doğaçlama yaşadığım ömrün özeti doğaçlama yazdığım kadar kendimi sevip
sayıyorum.
Ne bir şiir yeter tek başına ne ben yeterim şiirlere…
Yatıya kaldığı kadar duygularım kendime koşarım ve kendimden
kaçtığımın ertesi düşer yollara yazarak kendimi yaşarım ve kendimle uzlaşırım
bir süreliğine de olsa makul olan budur çünkü ben evrenin sevi ve dilek taşıyım
bir de nazar boncuğu renginde annemin gözlerinde kaybolmayı sevdiğim kadar
hiçbir renkte ve evrende bu denli kolay kaybolmadım elbet sevgiyle eşleşen
annemin varlığında yine annemin varlığıyla yaşadığım şükrü ve sabrı da katık
etmişken hayatımın her anına ve her zerresine…