Çalıntı bir gülücük değildi yağan
rahmetin izdiham yarattığı elbet sevginin dokunulmazlığı kadar özlemin de
dinmeyen feryadı idi şairin o içten yakarışı.
Ölümsüz bir nazire idi şiirin başkaldırışında
şahlanan şairin yüreği ne de olsa sevdalıydı şair en çok da şah damarına
yaraşan bir asalet ile yakın durduğu kadar Rabbine biliyordu ki aidiyeti asla
sorgulanmamalıydı insanoğlunun.
Güneş gözlerini kırpıştırırken yağmur
duasına çıktı insanlar ve ne yazık ki: asıl kurak olanın yürekleri olduğu
bilincine çok uzaktılar.
Retinası akandı sevgi.
Göz çukuruna kaçan çapaktı o sızı.
Vicdanın izi idi ve sihri ve
yakarışın doğasında saklı idi masumiyet…
Geçimsiz bulutlar şerh düşmüştü bir
kere kıyamete ve kıyama durduğu kadar insanoğlu sonlanmayacaktı da arayışı.
Aşkın garbında.
Ruhun gardında.
Sözcüklerinse kabrinde…
Ne var ne yok dökülmüştü taşlar
ceplerinden.
Taşa tutulmuş bir lanet olsa da
nefret ve ihanet taçlanacaktı illa ki bekleyişin nazarında sökün eden özlem
illa ki sonlanacaktı…
Yağmalandı duygular.
Şair yüreğinin kapısını sonsuzluğa
kadar kapadı ne de olsa yeteri kadar büyük olan yüreğine koca kâinatı
sığdırmıştı tek dileği mademki kavuşmaktı önce Rabbine sonra kendine…
Keyfe keder yaşamadığı kadar şair seviyordu
kaderci ruhunu.
Sözcüklerin akıbetinde saklı tutulası
sırlarını nasıl olsa bir bir sermişti açık sözlülüğü ile şerh düştüğü sevgiyi
yeteri kadar da ifa etmişti:
Geri dönüşü olmayan bir yolda bir
sapakta durdu ansızın ve kulak kesildi sessizliğin ç/ağrısına:
Yanan yüreğinde ne çok mektup ne çok
sır ne çok da şiir saklıydı ve ses etmeden yazdığı yetmezmiş gibi sesli bir
şekilde seviyordu şair en çok da ulaşılmazlığında saklı tutuyordu asaletini.
Bir dirlik bir birlik şarkısıydı
mademki sevgi ve de titrine yaraşan bir yakarış idi mademki mabedinde beslediği
tüm duyguların varsın olsun bir ederi de olmasındı hani ne de olsa kat çıktığı
hidayetin basamaklarında sığınmacı bir aşk idi şairin mahlası.
Ruhunu diken diken eden bir mahlas
aşkın şahikası idi mademki şair…
Ön sözü olmayan bir romandan nice
romandan ibaretti hem şair ve kuytularda geçen hayatını israf ettiği kadar da
doyamıyordu: sevmeye ve yazmaya…
İtici güçlerin gövde gösterisinde en
arka sırada bir o kadar sırasını savamadığım kadar şair ne av idi ne de avcı
sadece yaralı ruhunda yamalı kalbinde var olan tüm gemileri yaktığı yetmezmiş
gibi her güne devasa parantezler açıyor ve tutukluk yapan kaleminin yağdırdığı
rahmet ile hayat ve huzur buluyordu.
İnkârı ne mümkündü hem aşkın…
İddia makamında hem maktuldü hem de
sanık ve tanıklığında meleklerin arz ediyordu içinden geçenleri.
İlham perisi ne zamanki geç kalsın
şair kendine yükleniyordu.
Ne zamanki sus payı bir söylem eşlik
etsin kalemine yazdığı şiirlerini ve öykülerini kıskanıyordu şair:
Akla zarar ama gerçeklerin doğası
buydu işte ne de olsa şair kendiyle ve gölgesi ile kavgalıyken diğer gölgeler
asla umurunda değildi.
Balçık denizinde batan güneş gibi
belki de…
Ne de olsa güneş asla balçıkla
sıvanmıyordu.
Sağalttığı duygularından arda kalan
ne ise artık…
Nasiplendiği her gün her an aslında
şair için yeni bir başlangıç yeni bir hayat demekti ve yaş aldığı kadar yas da
alsa şair için yasa mahiyetinde idi kalemin ve Tanrının, ‘’yaz’’ emri…
Hüznü ve coşkusu dur durak bilmeden
ve Eylül’ün ayan beyan şairi çağıran sesi ne de olsa gaipten gelen sözcüklerle
ve ilhamla kuşatılmıştı şairin her bir zerresi ve gün doğumunda arşı alaya
çıkıyordu sonsuzluğa uzanan rotasında biliyordu ki: tek dostu ve sağdıcı önce
Rabbi sonra da kalemi idi.
Bir minvalse eğer ki arayışı ve
kendine olan hem nefreti hem özlemi hem de kendini kayıtsız şartsız sevebilme
ihtimali…
Radarına takılan hangi duygu ise ifa
etmekle mükellef…
Rengi solan hangi ışık ise şair
sevginin de sonsuzluğun da hem neferi hem feri idi…
Bir ölçüt değildi yaşam bir kaçış idi
belki de yazdıkları.
Duyguları ile kâh doğru kâh ters
orantılı denklemler bulup şiirler icat etmek kadar da masumdu şairin içinde
yaşayan o yetim çocuk ve de alabildiğine mazlum bu yüzden şair en çok
kimsesizliği ile sahip çıktı kimsesi olmayan insanlara hatta gölgelere.
Şair en çok yalnızlığı sevdi.
Şair en çok da yalnızlığı yoldaş
belledi.
Köpüren denizin çağrısında buldu
kendini ve saldı okyanusların devasa sularına ve şair her ne kadar sadece tek
bir damlaya tek bir çiy tanesine rast gelse bile sonsuzluk bildi hayatı ve
kalemini tek tek arz etti evrenin ve sahipsiz addedilen benliğini nasıl ki
reşit ve eşit kılmıştı yüce Rabbi alabildiğine savundu hem sevgiyi hem İlahi
Aşkı ve kapıp koyuverdi kendini kalemin sonsuz hikmet ve rahmetine baş koyduğu
kadar da ödün vermedi asla hayallerinden hatta ve hatta…
Şair bile bir hayalden ibaret idi
madem şair en çok hayallerini sevdi ve hayallerinde kendini sevebilme özlemi
ile kucak açtı bilinmeze ve sonsuzluğa ölümü irdelese de kalemi şair en çok
yeniden doğmayı sevdi en çok da küllerinden doğup nazenin bir gül fidesi gibi
güneşe ve Rabbine dönük yüzünde defalarca soldu ve açtı da ve mademki yeniden
doğmanın alametifarikasıydı kalemi asla da ödün vermedi: ne hayallerinden ne de
Allah sevgisinden ve sonsuzluğun ve rahmetin kıvancı ile huzur duydu sonsuzluğa
denk gelen bir coşkuyla hep de huzuruna çıktığı Rabbine sundu ne var ne yok
bahşettiği kadar evrenin baş koyduğu yoldan da asla dönmedi geriye…
Varsın olsun şair ve de kalemi sonsuz
hayalden ibaret…