Edebiyatın gücünde kendimi bulduğumun
öyküsüydü adeta aralıksız on yıldır kalemimle süregelen yolculuğum ve de o
gaipten gelen güdü ve coşku gel gör ki bir değil binlerce yenilgiye tekabül
etmiştim: ben ve de kalemim…
Gücüme gidense bir güç gösterisi ile
iştigal olan canlıların nazarında aralıksız sorgulandığım kadar da
ıslıklanıyordum ne de olsa ıskaladığım bir ‘’kendim’’ vardı kendimin içinde
üstelik ömrün her anında her anısında saf tuttuğum nice mizansen nice duygu ve
dürtü.
Göç mevsimim geliyordu demek ki ve
yavaşça uzaklaşıyordum edebiyat denen coşkunun haznesinden ve mıntıkamda saklı
sözcükler en çok da aşk idi beni terk eden…
Havsalam almadığı kadar ruhum
bedenimden taşıyordu.
Köprüler kurduğum bir ömür ve istisnasız
sevdiğim.
Haşmetli bir farkındalık sunmuştu
bana Tanrı ve sebepli sebepsiz yazdığım onca yazı ve şiirin ardımda kalan
korkusu ve koru ve dibe düşen tortusu.
Mizacımda saklı huzur muydu da çoktan
savurmuştum?
Huzur bulduğum mademki kalemin her
huzuruna çıktığımda hâsıl olan o kesif sessizlik ve matemin ön görüsünde bir iç
görü iken dış sesin baskın tınısında üstüme geçirdiğim o susku dolu yalnızlık.
Güç bela sevenlere rağmen kolaylıkla
sevebildiğim…
Güç bulduğum kalemimin de kan
kaybettiği…
Ne kansızdım ne de yalnız çünkü
binlerce tohum atmıştım kalemin cephaneliğinde neler keşfetmiştim kendime ve
hayata dair.
Uzamında bu coşkunun tükettiğim
sözcükler.
Hevesle nefes nefese yazmanın
ertesinde kendime d/okunabilmek adına dağlar yokuşlar engeller açtığım…
Zamansa aleyhime işliyordu:
Bazen leyli.
Bazen lafügüzaf.
Bazen bir darboğaz…
Ve kimliğimin aralıksız sorgulandığı
nihayetinde yöneldiğim darağacı ve cellat çoktan almışken yerini ve hazır ol da
beklerken bir de idam sehpası inşa edilmişti mademki önüme bense önünü
alamadığım bir hız bir hevesle yazarken aslında nasıl da doluymuş gönlüm ve
içim, demenin meali iken idam sehpasına dizdiğim sayısız öğe sayısız olgu
sayısız sıfat sayısız imge ve sözcüklerin de duyguların da çorap söküğü gibi
geldiğini elbet görmezden gelmemiştim bunca zaman ve artık içimden gelmiyordu
ne de olsa hayatın tadını duyumsarken ansızın kendimi kaybetmiş ve adımı
unutmuştum…
Sessizlik ve insanlardı racon kesen.
Bense belki bir deli belki bir veli.
Meczup yüreğimse kaç bin kere infilak
etmişti ve işte arsızca arkamdan ıslıklıyordu beni tüm karanlık gölgeler bense
gölgemi çoktan uçurumun dibine uçurmuşken bir yandan da uçurtmalar salıyordum
semanın derinliklerine ve derinimde açılan yaranın yasını tutarken biliyordum
ki yas bildiğim aslında evrenin ve Tanrının altına imza attığı bir yasa
mahiyetinde idi.
Güç bela yaşamak mı yazmak mı?
Elbet yazmak her şeyin üstündeydi
öyle ki hayatımı hiçe sayıp kendim esir ettiğim.
Bir adım ötesi sevgime ve ilgime
ihtiyaç duyan birilerinin olup olmaması idi belki de sekteye vuran kalemim ve
işte her sekme benim için bir yenilgiydi bense yanılgılarımı tahliye etmek
adına tensiye de ederken pek çok şeyi pek çok insanı bir tanı koyamıyordum
içimde hâsıl olan o devasa dalgalara…
Belki bir sarkıt belki bir dikit.
Yüreğime yağan çiy ve çiğnemeden
yuttuğum sözcükler bazense üstüme birkaç beden büyük gelen o yoksunluk duygusu:
Yetemediğim kadar da vardı hani
insanlara bense bir yatırım bellemişken sevgiyi ve edebiyatı…
İçine düştüğüm o kuyu aslında aşkın
tanıklığında sırlarımın eşliğinde serpilen hüznüme eşlik eden bir var olma
coşkusu ve çabası iken…
Her nota ılıman bir mevsimdi.
Ruhumun sol anahtarı ile her kapıyı
açan bir varlık ve dürtü ve içerlediğim kadar da kapısından kovulduğum köylere
rağmen hali hazırda devam ediyordu yolculuğum…
Yol uzundu belki de haddinden fazla
kısa…
Yâdı dünümün bir teselli yârim iken
kalemin ikircikli dünyasında sözcüklerse vebaldi boynuma yazma aşkının çatallı
yolunda ve sesinde keşfe çıktığımdı işte kalemin künyesinde ve edebiyatın
himayesinde ebedi bir aşka kucak açmanın da nüvesi iken esin kaynağım ve ilham
perimle son bir yıldır hayli mücadele verdiğim bir o kadar yaldızlı ve İlahi
bir yol idi yazma maceram aşkın ve sonsuzluğun rahmetine eşlik eden duygu ve
sözcüklerin her halükarda arkasının kesilmediği…
Ne de olsa…
Edebiyat, hayatın arka bahçesinde
saklı gizem dolu bir cennet iken ve mahlasım da aşk iken köpüren denizde sadece
bir tek damlaya tekabül etsem bile yazma aşkının deryalara ve okyanuslara denk
düştüğü ve işte kıyıya vuran kalemin d/okunaklı na’şında hükmetmenin de izafi
tanığı iken sözcüklerle örülü iç dünyamın hâkimiyeti ile baş koyduğum esrarlı
bir yolculuk ve kimlik kaygımda pek çok çekincemi geride bıraksam bile kendimle
uzlaşmanın ihtimal dâhilinde olması bile yazmam için yeterli ve gerçekçi ve
geçerli bir eylem iken…