Irmağın duru suyuydum: uykusuz geçen ömrün uyumsuzluğa namzet hediyeleri.

Ve evet: hem huysuzdum hem uyumsuz ve bana zarf atan kaderi asla reddetmedim.

Biçtim yüreğimi içtim hüznümü ve çocuk yaşımda erdim hidayete.

Manen zengin madden yalnız bir iklim bir çocukluktu benimki ama Tanrı bana eşsiz bir hediye bahşetti:

Hayal gücüm…

Ve aşkın manası.

İçimde derindi o içine düşülesi kuyu ama düşmedim.

Mizacım engindi ve sevmeyi öğrendim ilk önce:

En çok annemi ve babaannemi sevdim ve Tanrının varlığına delalet o sonsuz iklimde anladım ki: Rabbimdi en çok sevmem gereken ve bir mecburiyetten daha çoğu ile koştum çocuk adımlarımla Tanrıya.

Bir koşu öylesine sevdim ki O’nu.

Mazlum olmak ya da mağduriyet asla algılamadım bunları çünkü koruyucu idi ailem ve sevgi dolu ve de öylesine baskıcı ki gel gör ki kabullendim öyle ki şikâyet dahi etmedim.

Rengim pembeydi ve saçlarım kırmızı:

Güzel bir çocuktum güzel bakan güzel gören güzel seven.

İmha edecek bir şey de yoktu henüz ve de ima edilenleri algılayacak kadar sinsi bir çocuk olmadım hiçbir zaman.

Ve işte böyle büyüdüm sevginin çeperinde ve büyüttüm sevgimi ve hayal gücümü.

Sığınağımdı odam.

Sığınağımdı kitaplar.

Ve okuldaki arkadaşlarım.

Uyumsuz addedilmezken ilk başta baş koyduğum bu aşk dolu yolda bir aşka düştüm ve imkansızı imkan dahilinde yaşayacağım sandım ve uzaktan sevdim.

Lakayt olan olmayan kimse.

Uzağında idim çoğu şeyin ve aşkın da lakin içimdeki dünya aşkın uydusuydu ve sefil yüreğimle hep aynı noktada büyüyen bir coşkuyla sevildiğimi sandım.

Kimin tarafından sevilmek mi?

Öylesine emindim ki sevildiğimden ve asla talep etmedim de insanlardan çünkü bildiğim oydu ki: sevmek herkese mahsus.

İklimler değişti.

Ben değişmedim.

İnsanlar değişti.

Fark etmedim.

Gidenler oldu yavaş yavaş.

Önce ilk aşkım babaannem sonra babam sonra…

Sonrasız düşler gördüm ve dünü sözüm ona gömdüm.

Gömülü bir isyandı baş vermesi an meselesi lakin ben her şeyin o kadar uzağındaydım ki ve de nefsimin tuzağına asla düşmedim: çocuk yaşımda açlıkla imtihan oldum mademki toplu bir çocuktum ve de insanlar bununla kolaylıkla dalga geçebiliyor…

Ben kendimle barışık kendimle mutlu iken kime ne zararı vardı ki okulda teneffüs arasında çikolata yemenin?

Tadı damağımda ve bu gün bile o çikolata markasını görsem yüz metre öteye kaçarım.

Demlendi acılar yavaşça.

Dertlendi insanlar çocuk bedenimle.

Ama bir yetişkinden de beklenenin fazlasını gerçek kıldım ve işte o gün nefsimi öldürdüm ve aç bir hayata yelken açtım.

Konumuz yaşamak.

Konumuz sevgi.

Aslında hiçliğin denginde eşlik eden hayaller ve noksan yanımız.

Noksan değildim.

Sağlıklı ve güzel.

Okumayı sevdim alabildiğine okudum ve nice okul bitirdim.

Şen mizacım bir ara dalgalandı ve duruldu hatta kurudu suyum o kuru dere yatağında yaşamaya çalışan bir balıktım ben.

Ansızın sudan çıktım.

Su dolu rüyalarımda kâğıttan kayıklar yüzdürdüm çünkü çocuk kalbim hep hayal kurdu hep güzele meyletti.

Çağlar aştım.

Dağlar aştım.

Nasıl da ç/ağladım.

İnkârsız itirazsız bir hayat mademki ben evrenin emir eriydim.

Güzel olmaktan öte güzel baktım güzel gördüm insanları.

İyi olmak fıtratımdı.

Yalan nedir bilmedim ve hep inandım insanlara.

Kandım.

Kandırılmışım daha doğrusu ve ben bunu öylesine geç bir vakit anladım ki.

İtirazsız sevdiğim ve asla isyan etmediğim bir ömrün güftesiydi iç sesim ve de bastırdığım ta ki…

Tam on sene evvel kalemi elime alıp da yazmaya başlayana değin.

Hali hazırda baskın olsa da dış ses, asla muhatap değilim ve ortalığı velveleye vermiyorum ve tek dostumla tek sırdaşımla pay ediyorum acılarımı içimi açamadığım bir Allah’ın kulu ama Allah’ın bildiği ve de tek dostum iken yüce Mevla.

Aradan geçen bunca zaman.

Hayatımdan geçen bunca insan.

Ve de kendimden geçtiğim…

Şimdilerde büyük bir savaş veriyorum:

Hem kendime karşı hem de canımı yakanlarla olana mücadelem ve ben can yakmadan canım acıya acıya yaşıyorum şükürler olsun ki kimse de bana acımıyor acımasın da çünkü ayaktayım çünkü onurluyum çünkü başım dik bir o kadar dik başlıyım ve Rabbimi biliyorum kendimi de ve O da beni bilen hatta tek bilen.

İçim kıyılsa da.

İnsanlar bana kıysa da…

Ben hele ki sevdiklerime kıyamazken.

Ve işte kıyama durduğum zamanlardan geçiyorum hem de aralıksız ve biteviye.

Arz ettiğim talep bulmasa da.

Arz-talep eğrisindeki o optimum noktayı ise ben içimde yaşıyor ve yaşatıyorum.

Yaşama sevincim ve hayallerim dahi defalarca çalınmışken…

Ama evren bana yeniden şans ve fırsat verirken.

Mucizelerin gerçek olduğu ve tevafuk yüklü bir ömrü bana bahşeden Yaratan.

Biliyorum da hiçbir şeyin tesadüf olmadığını ve tevafuk bulan her yeni duygu her yeni gün her mucize bana sunulmuş bir hazine ve içimde saklı değerler sayesinde değer verdiğim kadar kendime ve insanlara bir şekilde değer görüyor ve gerçek kılıyorum hayallerimi ve de iştigal olduğum üç muhteşem mefhum:

Aşk.

İbadet ve iman gücü.

Ve umut.

Uyruğum insan mealim de şecerem de.

Yaşımın da yasımın da önemi yok çünkü ben tek kaidenin peşindeyim:

Yaratıldığım günkü gibi masum ve temiz ve iyi kalmak ve güzel kalmak ki bakışı güzel iken insanın bunun mümkün olduğunu öylesine iyi anladım ki…

Sicilim temiz.

Ruhum.

Dingin olmaya meyleden varlığım.

Renklere ise aşığım çünkü ben gökkuşağıyım ve saf tuttuğum sonsuzlukta seviyorum kolayca ve de kendime yürürken kendimle yaşar kendimle savaşırken diğer cephelerde verdiğim savaşın daha kolay ve kabullenir olduğunun bilincinde ve diğer âlemde kabul görmenin hayaliyle fıtratımı ve ruhumu ve bedenimi ve belleğimi ve yüreğimi ben, İlahi Aşka programladım ve de tüm varlığımla bunu gerçek kılmak adına çabalıyorum.

Yeryüzünde kabul görsem de görmesem de arz-talep eğrisindeki optimum noktasının İlahi Aşkla eşleştiğini bilmekse ayrı güzel ve de arz ettiğim kadar talep bulmanın verdiği huzur ve coşkuyla uçuşuyorum kelebekler misali ve koşturuyorum umutla ve heyecanla ve yaşadığım kadar da yaşatmak adına içimdeki saf ve masum ve sevgi dolu o küçük sevecen kırmızı saçlı kız çocuğunu…