‘’Bilincimi yitirene dek kendimi her
şeye kapatacağım. Herkesle düşman olacağım, hiç kimseyle
konuşmayacağım.’’(Kafka)
Evrensel bir izdiham mahkûm edildiğim
ve tüm soyut reflekslerimi sonlandırdım an itibari ile.
Açlık hissetmiyorum zaten
açlık-tokluk mekanizması üzerindeki hâkimiyetim sayesinde yaşamsal tatları ta
çocukluğumda sonlandırdım ben.
Çekincelerimi de sonlandırdım artık
kendim için yaşayacağım ve artık ve de sadece kendimi seveceğim.
İhbar etmem gereken insanlar yok
artık üstelik benim kısa süreliği yokluğumu dahi fırsat bilip beni ben olduğum
için sorgulamaktalar.
Sevgi denen o cılız kelime gelin
görün ki bir ömür ben sevgiyle beslendim ama yetmedi sevgi acı olarak geri
döndü bana.
Kimi sevdimse yaranamadım en başta öz
babam: bir ömür onun himayesinde ve onun komutları ile yaşarken ve kelime
kelime riayet ederken onun emir kiplerine…
Bir çöküntü olması gerekirken ayakta
kalmayı başardım onun ölümünden sonra gerçi onu hiçbir şekilde memnun
edememiştim ama…
Üstüne üstük özgürlük iken beni
bekleyen onun yitimiyle büyük bir bunalıma düştüm aslında ailecek düştük ve her
nasılsa geçiştiremedim onun ölümünü.
Derin bir yarayı daha da deşmekti
benimki ve ara vermeden onun ruhu bana geçti ve olmasa bile özgür kalmayı
reddediyordum.
Sevgi konusunda ise konuşmak
istemiyorum artık hatta sevmeyi sevilmeyi uzun bir süre uzak tutacağım
kendimden. Yeteri kadar acı çekmişken bir ömür ve yazmaya başladıktan sonra
sevgi terimi devasa bir rahmetle beni kucaklarken ben aralıksız sevgimi kutsar
ve herkesi kolaylıkla yüreğimi alabilirken üstelik yakınımda uzağımda olan
kimse…
Kim olduğumu sorgulamışken bir ömür
ve kalemin devreye girmesi ile yolum yazan insanlarla kesişmişken…
Ve işte o grizu patlaması:
Ben aslında bir yemim kendime
sunduğum.
Sevgi ise kat çıkan bir rahmet
kendimi bulduğum gelin görün ki ben baştan kaybetmiştim kendimi sevmeyi
reddedip kendim haricinde tüm kâinatı içime yerleştirebilmişken…
Bir öncesine gidecek olursam…
Okul hayatımda yaşadığım mutluluk ve
kendimi cennette hissettiğim zaten olan biten de hep bu olmuştu.
Müdahil olduğum topluluklar ve onları
sebepli sebepsiz sevebilirken asla da eşlik etmeyen o şüphe duygusu öyle ya;
herkesin beni zaten baştan beri sevdiğine inanmışken ve aksini bile
düşünmemişken…
Kendime yarattığım minyatür bir dünya
bazen kendimi en tepede hissedip…
Kendime yarattığım dünyanın diğer
yüzü elbet insanların beni hangi kategoriye dâhil ettiklerini bilmezken tüm
saflığımla kendimi sevginin merkezi bildiğim…
İnsan ilişkilerindeki başarısızlığım
çünkü ben her şeyi ve herkesi sevgiyle ölçüp biçip bir de dikmişken ve sırtımı
döner dönmez yarattıkları o sebepsiz fırtına çünkü içtenliğim ve içimden gelen
sözcükler onları bana yakın kılacağına beni bana uzak kılan.
Günler.
Yıllar.
Zaman.
Mekân ve de.
Şerh düşülesi binlerce duygu ve
getirebileceğim sonsuz açılım ve işte kaynakçam sevgi ve çıkış noktam da insan
iken ve asla sebebini anlayamadığım ve ansızın suçlandığım sevgiyi ben bir
meziyet bilirken eziyete dönüşen…
Saçmalar yediğim.
Bazen saplanan bir şarapnel parçası.
Ve yaylım ateşine tutulduğum hele ki
gönül verdiğim bir sürü şey insanlara çekici geleceğine itici gelebilirken.
Gönlümün radarı.
Bazen atarı insanların.
Yaşadığım sıkıntılar hayatımda çok
şeye mahal veren ya da beni yakamdan çekiştirip duyarsızlıklarını da insanlar
bana mal ederken.
Suçun bende olduğu belki de ilk kabul
etmem gereken hele ki çocukluğumdan bu yana sahiplendiğim her ne her kim ise
illa ki geri dönümü hayal kırıklığı oldu görünen o ki buna sebebiyet veren de
benim çünkü insanlar uğruna kendimi hep ihmal ettim ve ilk olarak kendimi
sevmem gerekirken birilerini hatta herkesi çok sevmekten kendime sıra gelmedi.
Sıra gelmiş olsa bile tarafınca
rencide edildiğim bunca insan ve onlara verdiğim değerin neticesinde tüm değerlerim
kolaylıkla çiğnenirken nihayetinde tüm ömrümü heba ettiğim de gün gibi ortada.
Hayatta en çok neyi mi sevdim?
Pek çok şeyi.
Oyun oynamayı ve hayal kurmayı sonra
okula başlayıp okumayı sökmemle kitapları hatta benle yakından uzaktan ilişkisi
olmayan mesleği dahi sevmeyi başardım.
Banka koridorlarını sevdim çünkü
meslek olarak bankacılıktı yanlış olsa da seçimim.
Çevremdeki herkesi sevdim: müdüründen
çaycısına dek.
İtibar ettiğim kadar itibar görmek ve
de:
Saygınlık benim için ilk sırada çünkü
sevildiğimi peşinen kabullenmiştim.
Sonra öğretmenlik mesleğine transfer
olup ve deli gibi öğrencilerimi sevdim ve gerçek sevgiyi anlayan onlar
sayesinde yüzlerce çocuğum olmuştu ve hayatımda bu denli seviliyor olmak benim
için cennetin altın anahtarı idi.
Sitemimse kendime aslında sitem de
değil.
Beni saran bir bulut kümesi.
Seyrelen zaman.
Seğiren gözlerim.
Sayıklayan hayaletler…
Belki de en çok ölüleri sevmeliymişim
ve bilin ki onları zaten seviyorum en azından bana yakınlar en azından malum
oluyor onlara yaşadığım sıkıntılar ve asla canımı yakmıyorlar.
Babamın ölüsü belki de beni bana
yakın kılan çünkü onun sağlığında aralıksız komut verilen ve sürekli
sorgulanan, her hareketi her sözü kolayca yargılanan sefil bir çocuktum gelin
görün ki bir elim yağda bir elim balda ve her isteğimin yerine getirildiği
mutlu bir çocuk izlenimi veriyordum.
En iyi okullara gidebilirken.
Üstüne üstük evde özel ders alıp
piyano ile tanışıklığım akabinde sınavlara hazırlandığım dönemlerde yine özel
hocaların eve gidip geldiği…
Mutluluk çok farazi, sevgili dostlar.
Mutluluk ölçümsüz.
İnsanlar da izafi.
Hüzün ya da neşe.
İnsan ve sevgi…
Seven sevdiren.
Sevilen sevindiren.
Adı yok artık duygularımın çünkü
benim de bir adım yok sadece uçuşan sıfatlar saklı etrafımda ve göz önünde
olmasam da illa ki hedef tahtası oldum insanların.
Sessizliğim…
Kendimle olan savaşım.
Bu yüzden kendime duyduğum saygının
bir adım ötesine geçemediğim ve kendimi sevmeye uzak kılındığım çünkü sevgiyi
sevilmekle eşleştirdiğim.
Peşinen de kabul etmişken herkes tarafından
sevildiğimi.
Usumda saklı uzun koridorlar ve
aralıksız volta attığım.
Bazen kendimle olan savaşımda bir
arpa boyu yol alamazken insanlara çaresizce elimi uzattığım ve aralıksız
onlarla konuşma isteğim ve onlardan bana gelecek bir sözcük bile hazinem iken
bana geri dönen çok başka cümleler.
Kulağımda duyduğum.
Yüzüme çarptıkları.
Kapanan kapılar.
Oysaki kapıyı açan Yaratan ve o
kapıdan girmeme de izin veren.
Ve ben kendimi sevmek için tüm
saflığımla insanlardan izin alırken…
Belki de sevgili Kafka’dır haklı olan
bire bir bana eşlik eden ve de vurguladığı üzere:
‘’Artık çok geç. Acının ve aşkın
tadı. En güzeli buydu. Hep ölmeyi istemek ve kendimi ayakta tutmak. İşte aşk
yalnız bu.’’
Ben neden mi yazıyorum peki?
Ve işte ortak paydada buluştuğum sevgili
yazar:
‘’Yaşamla ve ölümle hesaplaşmak için
yazıyorum…’’
Tayin edildiğim belirsizliğin
yamacında dolanırken aşmak zorunda olduğum yollar ve onca dağ tepe ve işte
rüzgârın beni atağa geçirdiği hiçliğin kozasından bir kalem olarak firar
ettiğim kalem-kakan mizacımla da eşleşen yüreğimde saklı beni bana ve tüm
evrene sunan sermayem artık adını ne koyarsanız duygularımın…