Şaşkın ünlemin tedirginliği saklı
içimde ve içilesi bir acı değil tek başına yutulacak lokma hiç değil ve işte
hiçlik makamında öten kuşların ölü bedenlerine yağan kar gibi kan gibi asla
düne dönmenin de mümkün olmadığı sayılası şafaklar gibi ruhun da şairin de
renklerin de şafağının attığı.
Sözcükler ölü toprağında saklı.
Acılarsa insanların arasına nifak
sokulası günlerin tekelinde değil bilakis yıkılan hanelerin ve evlerinin
insanlar mezar olduğu bir dönemeçte kayıtsız kalmak ne mümkün.
Resimler var kayıp tıpkı o resme
eşlik eden insanlar gibi.
Sözcükler var çok ayıp ne de olsa
mutluluk ve gülücükler dünde kaldı.
Elbet bu gecenin de sabahına
varılacak ve de acılar sarılacak lakin top yekûn bir gecede bu dünyadan firar
edenlerin ahı da yerde kalmayacak.
Figan kızgın.
Fidanlar sökük.
Filtresi yok duyguların bir de fitne
sokanların uğursuz varlığı.
Kanlı gözler, kardığımız dünler ve
kandığımız ne çok şey.
Firari bir sözcükse mutluluk fedaisi
olduğumuz hayatın da nutku tutuk.
Mevsim boykot etti geceyi: gecede
istifli nice acı ve nicesi insanın.
Meali ölüm; muradı dünün.
Mizacı günün ve miadı dolmuş
mutluluğun ve bir yerlerde kaybolmuş gülücüklerin de yok asla benzeri ve de yok
asla ederi.
Kıtlıktan çıkmış ölüm ve işte biçti
nice şehri.
Bizler ve tüm kardeş şehirler ve Türk
olmanın gururu Türkiye olmanın umudu ve yarınları yine dilerken Mevla’dan ve
dilemması acıların neşreden ansızın nesir dolu bir ömrü tek sözcüğe feda eden.
Ah, yaftalar.
Ah, afalladığımız nidalar.
Susku giyinen gece ve sus payı her
söylemde yarılanmış yollar ve son bulan yaşamlar.
Gücü kalmadı artık insanların ve güç
veren İlahi Güç.
Gücüne giden insanların ve kader yer
değiştirdi keder ile.
İfası duygunun ifşası gerçeklerin ve
ifrata kaçan bu acını asla yok benzeri ki yüce Mevla korusun bizi beterinden ve
de yaşatmasın bir daha böylesi bir göç yolculuğunu elbet tabiat da alırken
öcünü elbet göç takvimine eklenen Şubatın altısı saatlerden dört on yedi.
Durgun mizaçlar.
Durağan sözcükler.
Yıkılmış duraklar ve duvarlar.
Kayıp ve kanlı toprağa bulaşmış saf
ve masum duvaklar.
İki dudak arasında değil dua sadece
elbet saklı en derinde yüreğin ta içinde.
Ölgün bir gün ve bir mevsim ve ömür.
Kayıpların peşinde insanlar.
Cesetler değil bulunan sadece cesaret
bulup da ölümle el sıkışan uzaklarda saklı tuzaklar ve işte ölüm nasıl da başucumuzda.
Her renk siyah.
Her renk solgun.
Her nida suskun.
Fısıltıları duyan Sağır Sultan nasıl
ki haber verdi eşrafına…
Ve işte nice mucizenin hâsıl olduğu
ve de tam bitti derken ansızın enkazdan gelen bir iniltinin de hayata bağladığı
ve işte kurtarıcısı o depremzedelerin ve de yüreklerin tek olduğu yüreklerin
bir arada çarptığı ülkemin ve insanımın bekası.
Şerit değiştirdi hüzün ve şahlandı ve
afalladı insanoğlu ve acıyı ölümün yokuşunda yuvarladı ve yutan eleman misali
ne çok can gitti ve keder ve kader tek seferde ve de sayısız kere nasıl da
yutup gitti.
Uykuda ölüme yakalanan masum insanım.
Yolu yarılayan ama umuda dair bir
sarkaçta saklı isyanın.
Yâd edilesi dünün yaren bilinesi
umudun körüklediği…
Mevsimlerden hüzün sağanağı ve kara
çıplak ayakla basan ve enkaz altında kalıp kâh kurtarılmayı bekleyen kâh
depremin yuttuğu nice insan nice yaşam.
Bir meziyetse insan kalmak bir eziyet
olmamalıydı asla yaşamak ve işte yazgısına teslim oldu binlercesi.
Bir rengi yok artık evrenin ve de
kayıp nice evrenin fısıltısı nasıl da döndü çığlığa.
Günsüz bir gece.
Gecesi uzun ve bitimsiz bir gün.
Yarınsız değil insan ve hüzün.
Zihinler hızlı değil ölümün sayacında
bu yaşananlar akla zarar ve ütülediğimiz kırışıklıklardan kırgın yüreklere
uzanan o yoldan çıkan araçlar gibi de değil bilakis kanlı canlı bedenlerin acı
ile bekleyişi amansız sonu yine de mucizelerin hâsıl olduğu geceyi güne
bağlayan ve işte gün ışığında daha da belirgin acılar ve enkazın altında kalan
canlı bedenlerden ümidi kesmeyip günlerce can kurtarmaya çalışan kurtarıcı
timlerin insani ve soluksuz çırpınışı yeniden nükseden umudun ışığında
aydınlanmış bedenler zinciri.
Asrın felaketi.
Asırların felaketi.
Aşina olduğumuz değil alışık
olduğumuz belki de ve bu sefer öylesine büyük bir yıkım ve acı yaşadı ki
Türkiye’m ve sesi kesilen türküler sessiz vedalar ve acılı bekleyişler.
Hüznün coğrafyası nice kardeş şehir.
Mevsimin vurduğu ansızın.
Şubatsa cüssesinden büyük bir acıya
ev sahipliği yaparken telaşla yaşıyor ve evhamla bekliyoruz da gelecek günlerin
yeni yıkımlar getirmesine engel olmak adına canhıraş nasıl da mücadele
veriyoruz tek yürek.
Yıkım ve yitim.
Kayıp bir ritim ve bitim.
Boy ölçüştüğümüz kader boyumuzu aşan
keder.
At başı ölümler ve zeminde at
koşturan sarsıntılar ve artçıların da sesi kesilmez oldu hani nerede ise
ülkenin genelinde nasıl da tedirgin bir bekleyiş var olası depremlere hazırlık
babında nasıl da korkuyla çırpınıyor yüreklerimiz.
Uçuşan kuşlar gibi.
Uçmayı unutan kuşlar gibi.
Ölümü irdeleyen şu son bir ay ve
ölümsüzlük iken meali insanoğlunun ve insani bir erdemle nasıl da el ele verdik
lakin önünü almak adına bir sürü çalışma yapılsa da hali hazırda tedirgin
bellekler ve titri kaygı nerede ise tüm ülkenin.
Verilen kayıplar.
Varsılı dünün ve yiten hayatlar.
Bir bilinmeze gark eden bilindik ne
varsa unuttuğumuz.
Sözcükler de sancılı mevsim de
insanım da.
İhya edilesi yürekler değil artık
korkuyla atarken her biri ve işte tevekkül yüklendiğimiz kadar alınması gereken
tedbirler için sahi çok mu geç kalındı?
Bir bültense yeni gün.
Atlattığımız badireler yürek burkan.
Bekleyiş ve yas dolu günler ardı
arkası kesilmeyen ve kenetlendiğimiz kadar da kanatlanıyor ruhlarımız ve yerden
kesilirken ayaklarımız umudu elden bırakmadan alınması gereken tedbirler adına
çok geç kalmadığımızı umuyoruz.
Renkler solgun.
Rakımlar kayıp.
O minvalde izini sürdüğümüz ve o
minvalde gizini çözemediğimiz kaderin duvağına sığınan yaralı kuşlar gibi
kanatlarımız da kırılmakta günbegün.
Üstü örtülü değil çoğu acının ve çoğu
insan da içinde yaşıyor acısını yeter ki çok geç olmasın yeniden kayıplar
vermemek adına ulu Rabbimiz korusun bizleri korusun ülkemizi ve insanımızı.
Geri dönmeyecek gidenler yeter ki
yeni gidenler olmasın ve sonlansın bu tedirgin yüklü bekleyiş elbet gerekli
önlemlerin alınması için de herkes üstüne düşeni layığıyla yapmalı iken
sığındığımız inanç ve metanet ve hidayet ve gardını aldığımız ne var ne yok
yeter ki sırasını savsın acılar ve yenileri eklenmesin bunca yitimin ardından…
Yâd edilesi asrın felaketi damga
vuran cihana ve tarihe ve tozu ile tezi ile belki de koşan bir tazı gibi azığa
alınmış hayallerin söndüğü mevsimin ruhu ve acıyı tetiklediği…
Böyle mi olacaktı böyle mi?
Böylece mi kalacaktık ardından el
sallamadığımız ve de ansızın kapıyı çalan bu acılı ve kahredici talihe bir
tarih olarak mı şerh düşecektik isyan değil inkâr hiç değil ve susmayan siren
seslerine eşlik eden meleklerin koruduğu melek yavrularımızın üstüne titrerken
nasıl da ailesiz ve sahipsiz kaldı bunca masum insan elbet devlet ve millet el
ele verip de yaralarımızı sarmanın ümidiyle yeniden kanat açtığımız aydınlık
günlerin ve umudun çağrısı sonlanmazken deştikçe yarayı esen delişmen rüzgârdan
da alırken intikamını acı dolu nice insan nice yürek…