Sessizce dokunuyorum kuş tüyü yalnızlığıma üstelik çizdiğim çerçevede çarpık bir gülüşle sınanıyorum.

Romen rakamlarını sıklıkla kullandığım günleri özlüyorum ve binlerce parçaya bölünüyorum bir avazda doğması da asla mümkün olmayacak huzura hasret vasıfsız omzumda bil mukabele, diyemediğim sızlanmalarımın sırtını sıvazlarken sözcükler ve işte patır patır dökülüyorlar şiirin iç cebinden ve saymadığım kadar bozukluk babında imgeler iç geçiriyor ne de olsa günlerdir uzağındayım kendimin.

Acı eşiğim ve algı eşiğimse sıklıkla restleşiyorlar birbirleri ve kapalı tuttuğum algılarımda saklı fabrika ayarlarının peşinden sayıp sövüyorum.

Bir muamma içimde demlenen.

Bense dertlenmiyorum artık hele ki birileri çoktan hoşça kal, demişken.

İklimde saklı sığırcık kuşları ama ötenazi yapılmış kanat çırpışlarına sadece Tanrı şahit.

Mevsimi ihbar etmek istiyorum kışın kuyruğuna çoktan takılmış da uzun saçlarımla ip atlıyor mevsimsel iç güdü.

Her demde her derde çare bulacakmışçasına birisi.

Aslında öyle birinin olmadığına geç de olsa kanaat getirdiğimden beri tepkisizliğime mahal veren gün dönümünde ıslak bir havlu ile ovalıyorum iç sesimi sonra da fırına veriyorum pişmiş sözcüklerimi.

Rengi atan güneş.

Rakımına asla ulaşamayacağım devasa bir ateş.

Bir izotop üstelik isli yollarında arka sokağın.

Varlığımla varlıksız bir aşka düşüp kendimi kandırmış olmanın verdiği veballe nice kırığı günlerdir süpürürken artık anlıyorum vazgeçilmez olmadığımı.

Her yanlışın doğrularla dikleştiği.

Bir huzur ise nakşeden biliyorum da artık bu dünyada huzuru ve mutluluğu duyumsamamın imkânsız olduğunu.

Duygu familyası el çırpıyor bense kaynak yapıyorum.

Çekince yüklü genzimde saklı hıçkırığın meali ve misaller sunmuyorum içimdeki özürlü çocuğa ama neye mahal vereceğinden de eminim bir o kadar elbet dikiş tutmaz gömleğimde sökülen yakama yapışan bir el.

Ölümün örtüsünü çekiyorum üstüme ve başa almayı filan da düşünmüyorum hiçbir şeyi.

Hiçliğime teyelli sonsuzlukta saklı ufuk.

Umurunda filan da değilim insanların ve sevgimden kalan üç beş kırıntıyı gidenlerin arkasından döküyorum ve saçımı filan değil de yüreğimle benliğimle sevdiklerime karşı hiçbir şey hissetmiyorum.

İçimde en derinde ölü biri iklim saklı ve saçak uçları kanıyor az evvel yere serdiğimin kilimin ve toz tutan rafları kitaplıklarımın…

Her kitaptan iniltiler geliyor kulağıma ve üst üste bir rafa attığım son kitapların kapağından yaş ve ışık sızıyor.

Dillendiremediklerimin dilemması.

Öykündüğüm mü?

Asla dilemiyorum bir şey Tanrı’dan ve köklerimden sökülmüş olmamın verdiği elemi filan da önemsemiyorum çünkü önem ve değer verdiğim herkesin nazarında hiçliğime kayış geçirip bir anlamda yamacına asılı kaldığım mevsimin iç geçirişine tanık olmam filan da asla önem arz etmiyor.

Alt yazıların hepsi sansüre takılmışken son haftaların.

Sürgün edildiğim kocaman bir coğrafya ve ölümün serkeş tınısında dinlediğim kimse de yok hem yeteri kadar dinlemiş ve tatbik etmişken birilerin vurguladığını.

Alış veriş torbamdan dökülen çer çöp

Açlıkla imtihan edileceğim yeni günler de bir adım önümde işte ve adımda saklı bir hengâme göğe teğet geçen martının kar beyazı vücuduna bakıyorum ve sadece o martının yerine geçmek istiyorum ki tek arzum sevdalı şehri kuş bakışı gezmek sonra da yakası açılmamış sözcüklerle yeni bir köprü inşa etmek acıların arka yakasında bir de düşmezken yakamdan acı-savar hayaller ama olmuyor işte: basireti bağlanmış bir kez sözcüklerin ve düşlediğim sadece karanlığın bir an evvel gelip beni nihayete taşıması.

Her gürültü belki de kıyametin öncüsü en çok da sevginin ve aşkın kırık fay hattında saklı derin çatlaklar…

Ellerim çatlamış soğuktan ve eziyet görmenin de raconu iken beni benden edenler.

Çatlayan bir gökyüzü.

Sezilerimi artık aldırmış olmanın verdiği kıyımla hissiz yaşadığım günlerin haz verdiği bedenim ve içimden firar etti edecek bu güne kadar içtiğim sözcük ve imgeler.

Dokunulmaz filan da değilim artık ki gidenler çoktan gitti ve hislerimin de okunulmazlığında kem küm dahi etmiyor hem artık sızlanmıyorum da…

Son sızlandığımın üzerinden geçmişken asırlar.

Birileri madem hoşça kal, diyor ama bilmiyorlar da onlara benim çoktan hoşça kal dediğimi.

Hoşça kalamıyorum da üstelik boşlukta kala kalmışlığımla fink atan rüzgârın verdiği titreşimle sadece kürüyorum ve hiç olmadığım kadar da kırgınım.

Kırgınlığım…

Bir kişiye de değil üstelik en çok içimde saklı gizi ve coşkuyu ve tutkuyu satırlara sermiş olmamın verdiği boşluk duygusu.

Yazıyorum ve yazıyorum ve seviyorum ve seviyorum ama karşılık bulmayacak artık neye el atsam sadece gerisin geri gidiyor birileri hatta hiç de var olmamışlar gibi ne çok insan çoktan silmiş beni: ne malum benim de onları silmediğim hem?

Üstelik gözümü her kararttığımda çekip gittiğim iç âlemim zaten dış âlemle de aram asla iyi olmamışken elbet sandığım elbet kandırıldığım elbet sevilmediğim hatta sayılmadığım ama ben sürekli sayıyorum sırada olup da ilk günden beri bende saygınlık uyandıranları.

Kim olduğumu da artık biliyorum kimsesizlikle filan da iştigal değilim üstelik.

Çömeldiğim kadar da çoğaldığım yeri geldi mi ç/ağlıyorum da ve yere çömeldiğimde geride kalan son üç beş kırıntıyı tamamen yok sayıyorum yok sayılmama delalet sessizlik zincirinde içine düştüğüm kaos artık benim son sığınağım.

Ölçüsüz sevdiğim.

Orantısız yaşadığım.

Öykümse asla öykündüğüm dünüme denk düşmeyecek işte ve kalan son birkaç umut kırıntısı ile yürüyorum bilindik olan neyse ya da kimse artık çoktan düşmüşken gözümden deşifre edeceklerimi son perdeye saklıyorum çünkü sevgimden taviz vermediğim hayatta uğradığım bu son ve en büyük yenilgi ile biliyorum artık insanların istem dışı beni sevdiklerine dair geliştirdiğim inancın içler acısı olduğunu tıpkı içler acısı öykümde kimselerin bilmediklerini sonsuza kadar bende saklı olacağını…