Yalın ayaklı bir düş giyindim, sıvazladım sırtını. Perçemleri yoktu niyazlarımın…

 

Duru idi düşlerim.

 

Yalın ve saf bir mizansen.

 

Kirli ve yağlı ellerin derdi ellerindi ne de olsa: el olmaya yeltenen hangi dostsa…

 

Sözcükler köhne bir lahit değildi mezarımın saklı duvarlarında kan vardı elbet mevsimin kanadığına kani sadece Yaratan ve düşlerin izini süren kelam.

 

Göğün dik yokuşlarında kesişti yolum yabancı ile.

 

Nezle olmuş mevsimin tenine yakışmıyordu karanlık ve cüssesi ölüm olan sefer tasına yığdım kindar nefsi ile aşkı alet edenleri esefle kınadım.

 

Hala sevebiliyordum madem…

 

Matemin dur durak dediği yoktu.

 

Tecrübe ile sabit ölümü kolladım ve kalibresini unuttum mazinin göğe sitem eden bir melekle tutuştum kanat kanada.

 

Rabbime sığınmakla geçmişti ömrüm dahası da var.

 

Kor bildiğim aşkı da ihya edendi Yaratan ve daha çok sevdim nazire yapan iklimi dahi soktum kalbime.

 

Bir düş yakasıydı yüreğimin açık penceresi ve İlahi boyutu ile günceme yığdım yüklemleri elbet gizli öznenin sefil varlığına bir nakkaş titizliği ile d/okundum.

 

Mübalağa etmeden sevdiğimdi sevgiye ihanet eden elbet düş perimdi ve kulağına küpe yaptım feryadımı süklüm püklüm gezinen geceye bindim ve yelesine fısıldadım bu sefer ne de olsa şahlanan imgelere tevekkül ile sığındım ve aşkın hatırına uçmanın meali iken atan yüreği ölümün kodaman bir düşe kucak açtım geceyi gündüz bildiğim…

 

Aşkın ümmeti hayallerim ve sevilmeye düşkün de değildim varsa yoksa sevdiğim göğe inşa ettiğim o kubbe hakkaniyet yüklü varlığın da tevazu yüklendiği elbet sönen ferine yıldızın itibar etmedim.

 

Güneştim ben günden güne damlayan bir pınardım.

 

Sözcüklerdi dalgalarda buluştuğum ve seyyah varlığımla sabit kıldım ekseni.

 

Yaftalar aşkı küredi. Aşktı debelenen ve kovuldu cennetten ne de olsa yeryüzünde saklı sahte bir cennetti: hurafelerin ve şatafatlı gölgelerin fink attığı.

 

Aşk çok b/aşkaydı.

 

Aşka anlam yükleyen hep de saklı sıfatıydı özlemin üstelik özlediğim kadar mutluydum ben ve sevebildiğim asla kumpası değildi iblisin.

 

Bir sefasını sürdüğüm…

 

Cefasına dahi sabır yüklediğim.

 

Ezkaza öldüm ansızın da doğacaktım ve doğduğum kadar nazlıydım niyazına sadık bir sefil yürek ki seyyah imgelerin tevafuku idi içimden geçen ve alt yazı eklediğim iklimdi.

 

Açmaya meyyal ve doğmanın da mecali tükenirken doymadığım acılarla ve ölümle ihya oldum nihayetinde ölen nefsimi de uğurladım göğe attığım o çentikte saklı sırlarım da değildi hani can çekişen elbet huzura erdiğim bin bir yeis sonrası muadilim olan aydınlığa hürmeten ve kazık kakacaktı içimdeki ölümsüz iklim.

 

Her düşü de kundaklayan yalanlara inat doğruyu söylediğim, kovulmadığım o onuncu köy elbet sofrasına oturduğum sayısız gönül hele ki gönül gözümde açan sabahın iksirli gülücüğü idi tıpkı güllerin de eksik olmadığı penceremde uçuşan meleklerin şeceresi iken bir şiir olmaya namzet geceyi ağırladığım kadar gün yüzlü iken içimin ikramı…

 

İçli bir vaveyla belki nüktedan bir serzeniş ve işte dikiyorum kanatlarını mevsimin ve şerh düşüyorum yeryüzüne elbet irkildiğim kadar da seviyorum ve devasa ve tanrısal iç çekişlerinde evrenin, notalar ekiyorum aklımın ambarına belki de tarhıdır özlemin hani kundaklanan yüreğim ve içre dönük yangınlarında ömrün, huzura dönük yüzü ile İlahi Aşkın kendimle olan derdime eşlik eden tümceler…

 

Tevafuk dolu yeryüzünde saklı benim matemim…

 

D/okunmadığım kadar mutsuzum ve kaybolduğum her düşün perdesini kapatıp da gerçeklerle yüz yüze geldiğimde yeniden doğmanın kadri ile ölüyorum bir başka sabaha doğmaksa aşkın da kıracıdır hani içimdeki kayıp mevsim.

 

Yangına uyandım bu gece.

 

Yangın bendim aslında.

 

Göğü karışlayan suretinde yanılgıların saklıydı perdelenmiş gözlerin de ikbali idi o d/okunuş ve huşu içerisinde üzerine gittiğim yanlışlarım çünkü soyut bir alfabe olmaktı muradım ve nasıl da kani ve istikrarlı bir sevgiyle arşınladım yazılmış ve yazılmamış tüm beyitleri akabinde kucakladım da.

 

Bir rahmetti öykündüğüm.

 

Mavi bulutlarım.

 

Pembe yanakları efkârım…

 

Künefe tadında olsaydı ömür... demedim de.

 

Acısıyla tatlısıyla bahşedilendi hürmet ettiğim ve aşkın ana kıtasında feragat ettim mabedimden ve bir mağaraya sığındım: aşkın ümmeti idi İlahi dokunuşlar ve kuş seslerine serildiğim kadar kuş kadar yüreğimin de çırpındığı…

 

Evrene sabitledim kalp gözümü.

 

Refüze edildiğim her dönemeçte içimdeki lahit infilak etti ve daha da parçalandı yüreğim nihayetinde kerevete çıktı düşlerim ve düş basamaklarına serildim her düştüğümde de kalkmasını bildim elbet İlahi Adaletin mucizesine tanık olduğum her ezan vaktinde yalnızlığımı şerh düştüğüm sayısız şiirde ben aslında aşkı resmettim.

 

Kanaviçe desenlerinde göğün yorganını serdim üzerine sonra şiirlerimin ve baltalandıkça hürmet ettim kedere ve kadere.

 

Layığı ile sevmekti tek gayem…

 

Uzlaşmak kendimle.

 

Hasretin nifakı dahi önemsizdi çünkü özlemdi beni bana çok sevdiren.

 

Katıksız ihbar ettim içimdeki nüveyi ve nakkaşı mevsimin elbette şairdi ve ilham perisi.

 

Nüktedan varlığımın sırdaş…

 

Goncaların yoldaş…

 

Deryaların da coşkusu…

 

Erdiğim hangi sondu sahi sonlanmayan ve hangi başlangıçtı mihenk taşım?

 

İhbar ettim iblisi ve çanak tuttu şaklaban gölgeler nihayetinde ve de inhisarında inancın şerefimle yazdım ve öldüm… demenin meali ile sığındığım araza, rüzgara ve nazlı ve de yorgun kalemime elbet niyazlarımın sürüklediği gönül penceremde ışıdı güneş üstelik karanlığı delen hicvi ile aştım da engelleri elbet gönülde vuku bulan o bitimsiz aşk.

 

Recmedilen yürek.

 

Resmedilen evren.

 

Rengârenk bulutlara serili coşkum…

 

Top tüfek kuşanmışlardı bense sadece sihirli değnek misali kalemimle dokunduğum boşluğa aşk yazdım ve aşkla yazdım ve yaşadım: yaşadığım ve yaşattığım kadar umudu ve baharı…