‘’Uzun bir dize dayardı hayat her
sabah karnıma
Şiir için düelloya gelmiş bir sevgili
gibi
Sorardı:
Daha yazacak mısın?
Hayır, derdim
Artık yazmayacağım
Ama şöyle denir:
Kılıç çeken kılıçla ölür
Ama şöyle denir
Kaderden kaçılmaz…’’(Alıntı)
Hangi rengin örüntüsüydü şiir ve de
d/okunaklı el yazımla simler sürdüğüm yüzüm gözüm, sahi çok mu çökmüştü son
zamanlarda?
İrdelenesi bir düş’ tür gördüğüm:
sabahın erken vakti ve sızıların sahanlığı bense göl kenarına kamp kuran bir
yavrukurt aşkın tembihlisi isyanımla sürüp sürüştürdüğüm imgeler salkım saçak
dizeler mırıldandığım kadar ilk öğrendiğim şarkıyı aşkın da güvertesine
saklanmış bir miço gibi öğle saatlerine erip de annemin önüne koyduğum bir
tepsi yemek gibi aşk da hüzün de doyumsuzluğun tadımı bazense adını unuttuğum
sevgili hani, hani, asla el ele tutuşmadığım ve de yangından ilk kurtardığım
iken yaralı yamalı kalbimle melodilerin eşlik ettiği…
İçimden gelmiyor bugün yazmak…
Bir adım ötesi tadı kalmadı artık
hayatın:
Dik yakalı gömleğim dik başlı
asaletim ve ruhumun çözüldüğü belki de bir deniz feneri dizeler yerine ruhumu
aydınlatan oysaki ben en çok en iyi karanlıkta bulurum yolumu.
Acılarım var alt bellekte saklı
anıların eşlik ettiği.
Acımakla geçti ömür acındırmadığım
kadar açmadığım kalbimi ne de olsa ben her daim gizli gizli sevdim yüzünü
görmediğim adamları ve elini tutmadığım en çok da imkânsızlıkla ve hasretle
sevişti sözcüklerim.
Şimdilerde cılkı çıkmış yalan
aşkların.
Şimdilerde hep para ile ölçülür olmuş
yürek yangını denene aslında sahte aşklar taht kurmuş.
Sözümü sakınmadığım.
Alnımın akıyla hasretle sevdiğim.
Haset olanlara değil sevgiye
özendiğim.
Renkli bir düştür içimin Çıfıt
çarşısı.
Renkli de bir isyan kalem her
sustuğunda…
Kalemi fetheden aşkların t/uzağında.
Gölbaşında piknik yaptığım ve denize
kulaç açtığım sanırım acıların kulvarında ve şiir yüreğimle tek yapabildiğim
iken karşılıksız sevmek sevilmeyi değil itiraf etmek temenni dahi edemezken
asla gelmeyecek bir vapuru bir gemiyi beklemek demir attığım limana.
Limonata gibiyim bu aralar:
Hem şekerli hem ekşi…
Yanına eşlik eden kurabiyeye keşke
annemin eli değseydi gerçi eli elimde ama eskisi gibi değil hiçbir şey…
Uzak coğrafyalarla kan b/ağım var ve imkânsız
aşklarla:
Anne tadında bir gün bellediğim ve
sıcak ellerinde anneme olan hasretimi giderdiğim…
Sorarlardı ya, eskiden:
‘’En çok kimi seviyorsun? Anneni mi
babanı mı?’’
Erkenci kuştum hem ben eskiden hem
babacı hem annem iken yüreğimde nemlenen sözcükler ve merdiven altı sevgilerden
kimse medet uman ben en çok gökkuşağı ile yarıştım son zamanlarda ise kara
delik hani kör noktası sevginin ihtimamla yüreğime serdiğim bir şiir gibi
örüntüsü aşk görüntüsü şehla bir düş ile eşleşen…
Dedim ya dedim ya:
Anne ikliminde seken bir erkenci
kuşum günü erkenden karşılayan ve ısrarla seven ve ısrarla yazan ve ısrarla
isyan eden…
Af ola, Tanrım değil sitemim değil
isyanım sahi sevmeye hiç mi değer bulmazlar beni?
Acım reçine.
Sözcüklerimse kalburüstü.
İmgelerim kaçkın.
Bense nasıl da şaşkın.
T/aşkın sözcüklerinin mimarisi yosun
tutan tarihin değil küf kokan sandığın hiç değil acının ırmağı ve de sevginin
dere yatağı nasıl da kuru…
Ağustosun başı.
Sözcüklerinse kışta kalmış iken
na’şı.
Utançla değil aşkla yazdığım zamanlar
ise başımın t/acı.
Ulemasıyım yorgun günlerin yorgun
ayların ve ıslah evinde geçti çocukluğum bir de hamağım bir de yorganım sızımla
sızdığım sözcüklere sunduğum altın tepside yüreğimi madem matemimle örülü
meltemim ve mabedim kuş tüyü yastığımla kanat açtığım rüyalarım…
Minvali mi ömrün?
Yoksa dolan miadı mı?
Bir de milat bildiğim.
Bir mizansense serildiğim şiir ve
kepaze imgeler sözcüklerin altın teri azımsandığım bazen duraksadığım bazen
savsakladığım.
Gönlümün beyitleri.
Ruhumun giriftleri.
Matemin melteme eşliği ve işte düştüm
mü yere ve bastı mı biri bam telime…
Öykümle öykündüğüm.
Ölümle dirildiğim.
Önsezimle sızdığım.
Öz verimle azımsandığım.
Şehit düştüğüm gecenin neminde…
İskele kurduğum şiirin zemininde.
Hoyrat bir aşk olsam ne ki aş
erdiğim…
Çocukla çocuk olduğum ve şimdilerde
annem iken benim tek çocuğum…
Ölüyle öldüğüm diriyle can bulduğum
ve isyan edip de af dilediğim her tövbe vakti rengimle can bulduğum cam
gözlerinde şiirin gök gözlü annemin elinde saklı iken hem elim hem kalemim ve
söz verdiğim anneme…
Sözlendiğim kadar her şiir
özümsediğim.
Özlendiğim olsa keşke her gün şiir
olup da akmadığım şair olup da yürek yakmadığım…
Sözcüklerin muhtevası ve evet, ben
dünden şerbetliyim ve istikrarla hüzün örüyorum şiir giyiyorum ve şehla
gözlerinde şehrin bir sokak kedisi olup bir pencereden içeri giriyorum ve
soruyorum da ansızın:
Azıcık da olsa bana sevginizden verir
misiniz?
Cevabını bilsem de bilmesem de bir
koşu arkamı dönüp kaçtığım lakin illa ki de aşka yakalandığım…
Hüznümse bir redif.
Yüreğimse bir girift.
Şiirler yüzerken kanımda boğulmak
gibi var mıdır en zevkli ölüm şiir olup zehirlendiğim ve ölümlerden ölüm
beğendiğim nasıl ki yazmadığımda can bulmuyorum varsın canı çıksın kalemimin…