‘’Çokça yağmur yağsa, temizlenir mi
şu kirli dünya?
Adını gizleyeceğim, sen de bilme
Lavinia.’’(Ö. Asaf)
Her renk mubahtı hatta isyanlarım
bile, sevgili…
Nadasa kalandır ruhum nedamet yüklü
ufkun gölgesine şerh düştüğüm güneşin gövdesine el sürdüğüm.
Sözcüklerim kanamalı, sevgili:
Yâd ettiğim dünümden yağan bunca kiri
temizleyecek olandır elbet Tanrı.
Güne sitemim düne niyazım.
Ömürse bir kurşun ağırlığında…
Topa tutulduğum cihanın güftesi
sadece bir şiir değil hem tek seven de ben değilim sevdim mi unutur kendimi
yağar da yağarım rahmet misali.
Bir coşkum vardı ki dünden sarkan eli
aşkın.
Bir de dinmeyen niyazım.
Bir ülküm vardı ki: aşk idi benim
ülkem ve aşkın tebaasında saklı tuttuğum cennet vatanım bir de yüreğim.
Derinlerde yüzmek budur işte:
Ve de boğulmak…
Kan akar gözlerimden kanamalıdır
yazdığım imgeler karartma gecelerinde hep şafağa öykünürüm ve şakağıma dayalı
kalemle karşılarım yeni günü.
Bir renk.
Bozguna uğradığım.
Bir şecere ki dünde saklı tuttuğum.
Gel gör ki: kimsesizim.
Gel gör ki ansızın ölüveririm…
Hem defalarca ölmedim mi?
Bir kuş isem kafeste uçuşur tüylerim
aşk diye şakıdığım özlemin o tok sesinde.
Belki de aslanım kafesin ve ormanın
kralı.
Belki de ben bir meleğim imzamda
saklı aşkın fermanı.
İhlaslı yüreğim idame ettiğim ömrün
tekelinde:
İdmanlı yüreğim aşkın balta girmemiş
şiirlerinde.
Tecelli eden gün teselli bulduğum her
nasılda acımla beslendiğim ve körüklendiği kadar hüzünle tutkulu ruhum…
Tükendiğimse sabit.
Türettiğimdir yazdıklarım
Ve ürettiğim ve ürediğimi ve de
ürktüğüm ne zamanki kalemin sesi kısılsa nifak sokanlara öfke kusarım.
Ölümlüyüm, sevgili gel gör ki:
Sen de ve duyduğum sevda ölümsüzlüğe
çalım atar hem öldürdüğüm kadar nefsimi dünde saklı yalnızlığımla nefes nefese
severim ben son nefesimi verene kadar da asla dönmeyeceğim yolumdan.
Gezegense terk edilmiş.
Gezgin ruhumla nasıl da toplumdan
tecrit edilmişliğim…
Saklıdır Allah katında:
Bir avazda sökün eden bıçkın ruhum ve
sevdalı gönlüm bedenimse devasa bir kafes çırpındığı kadar aşkla ve umutla.
Seyyahtır gölgem.
Semazendir içimdeki çocuk.
Siyam ikiziyim belki de aşkın ve
ruhumla kanadığım kadar varmaya çalıştığım ufuk.
Bir sezi.
Bir de ecza.
Bir sevi dili.
Elbet kalemin sevdalı ve nüktedan
dili.
Bir renk azat edilmiş gök kuşağından:
Varsın olsun siyaha boyansın acılarım
varsın olsun görünmez olsun varlığım.
Bir ukde içimde.
Bir de derdest bir hece dışımda:
Bazen aşk.
Bazen gam.
Belki de in cin top oynarken
yüreğimde seken bir kör kurşun alnımın ortasından vurulduğum ve ikbalim ve
isyanım nurlu yüzünde sevdanın duyduğum özlem sevgiliye.
Var olmanın.
Varlık olmanın.
Aslında hiçliğin sarmalında tok gözlü
olmanın…
Kısaca insan olmanın mealidir
duyumsadıklarım
Bazen kahrımdan öldüğüm bazen kabrime
sığındığım bazense kalıbımdan taştığım…
Kısaca, sevgili:
Ölümsüzlüğe öykündüğüm bir dünyadır
içine yaşadığım içimde yaşattığım ve mazime Fatiha okuduğum kadar da
küllerimden doğmanın mucizevi tınısı ve fısıltısında bulandığıdır üstümün
başımın:
Çünkü ben aşkım.
Çünkü ben şiirim.
Çünkü ben, benden muaf bir iklimim.
Çoğaldığım kadar azaldığım.
Azımsandığım kadar coştuğum.
Coştuğum kadar da yazdığım…