Şehrin şafağında saklıydı hikâyeler yoksa şairin şakağına dayadığı kalem miydi ömre özet geçen satırlar ve ruhunda saklı o gaipten gelen esinti yüklü mevcudiyet bir mermer mezar başlığı asla yetmeyecekti içinde kalanları yazmaya.

Göğün neferi idi dolunay.

Yerin ise delaleti elbet kazılan her çukur ölüsün bekleyen.

Mevsimsizdi şehir ve sahipsiz en çok da yoksunluğa delalet o sessizlik ki yedi tepeli şehrin öncesinde asla var olmayan ve acılardan kasıt aslında sekizinci tepenin dikildiği binlerce ukdenin kazıldığı ve sivrildiği ve de sınandığı.

Ruhu yoktu mevsimin çünkü mevsimdi rahmetsiz geçen çorak topraklarda saklı tutulası sırlar şehrin de amblemi iken köprüler aslında iki yakanın yüreklerinin birleştiği ve işte üçüncü yakasıydı şiirler şehre doyamayan aşka düşmüş bir şiir gibi bezerken şehri güldür güldür yağsın diye yağmur en çok yaşı ile kıyama duran ruhu şehrin.

Öznesiz asfaltlarda saklı adımlar.

Adımsız ve adsız dokaklarda saklı karanlık.

Karanlığa mahal verense hüzünle örtülü bir mavi.

Maviden düşen göz yaşı ve gözünden düşenlerin na’şı ise gömülüydü şehrin surlarında ve düştü yola kaybolan heceler aslında vakıf olunandı yazılandan da çok öte.

Renkler bağdaş kurdu.

Sözcükler dikey ve yatay sarkıtlarda can buldu.

Can verenler adına sustu evren ve Tanrının bahşettiği kederi üstüne giydi zemheride doğacak bir yudum huzur gibi içine çekti sözcükleri şehir ve şair.

Göğe kanat açan.

Yerde saklı izdiham.

Aslında yerin göğün birbirine karıştığı bir imtihan idi herkes için.

Mevsimin tıknefesinde ölen hurafeler saklıydı ve kahinin heybesinde yokluk ve yokluğun güftesinde şiir ve şiirin kabrinde şair ve şairin mezarı idi yalnızlığın imha ve de ihya ettiği…

Reçetesi olmayan bir yolculuktu yazmaya durduğu.

Belki de rengi ve kokusu olmayan bir duygu.

Ötenazi yapılan maziden değil yarından da beklentisi olmayan ve anda saklı özgürlük ve mevcudiyet.

İblis şarladı.

Ar bildi şehir ve şiir sessizliği.

Göğe batan diken aslında rüzgârın gövdesindeki oyuktu ve obruklar peyda oldu yeryüzünde ve nefsini öldüren her fani o boşluktan ayrı düştü aslında herkesti birbirinden ayrı düşen ve nefsin ölümü de nefesinde saklıydı şairin.

Her rabıta.

Her hatıra.

Her anıt.

Ant içtiği dünü ve rakımı kayıp günün de gövdesinde çiviler çaktı ölü ruhuna göğün ne de olsa çivi idi çiviyi söken…

Sökün eden yaşlar şehrin ve şairin el ele verdiği hazin bir törendi elbet Mevla’nın ve meleklerin şahitliğinde kıran kırana mücadele veren fanilerin belki de rüyalarında dahi göremeyeceği bir veda.

Kıyası mümkün olmadıkça:

Kıyametin de habercisi iken renklerin bozguna uğradığı nihayetinde karanlığa teslim olan kâinat ve insanlık.

Ruhların değil ruhsuzların güncesi idi gecenin sistematik fısıltılarında aslında ayyuka çıkan nefretin ve öfkenin çığlığıydı…

Derken sustu şiirler.

Şehir hepten suskundu.

Bir rabıta idi içten içe büyüyen.

Karanlık sızlandı ve şakağına dayalı kalemi geri çekti şair ve kıyama durduğu geceyi nüfusuna geçirdi şehir.

Artık iç içe geçen bir acıyla büyüyen o açısı yalnızlığın ve son kere baktı göğün uzamında aslında gördüğü kendisi olmayan bir suretin de yansımasıydı içine düştüğü o boşluk ve kapadı gözlerini şair ve şehir ve sonsuzluğun yansımasında tüm ölüler rükû etti Rabbine ve yaşamın meali artık sessizliğe mahal veren bir yolculuktu ki aslında her şey şimdi başlıyordu.