‘’Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin Allah’ını bilirim bayım…’’(Didem Madak)

 

 

 

Bir rengim yok benim bir öyküm de…

Öykündüğümdür dünüm

Ölümsüzlüğe nazire ettiğim sözcüklerim

Bir iklim değilim ben binlercesi

Biçtiğim değildir aşk

İçtiğimdir bir başıma dökülen başımdan yaprak yaprak

 

Hazansa muhatabım

Ismarladım kâinata ve geç olmadan

Ulaştı yalnızlık makamıma

Metazori değildi iç sesim

Elemin baş şehri olsa olsa sessizliğim

 

Gazap kuşları konan pencereme

Yorganım atlas yüreğim elmas

Kibirli isyanları insanların

Kifayetsiz olsaydım ne mi yazardım?

Kirli elleri çocukluğumun

Yüzümde saklı hala beyaz ve mahzun rüzgâr

Saçlarım hala sarı ve kibar

Kinayelerin uzağına çekip gitmeliyim

Kibarca sitem etmeden toprağı öpüp ölmeliyim.

 

Bir mizansen içine saklandığım.

Bir rabıta gözlerimin yorgun kapanmayan kapakları

Israrla sevdiğim rücu ettiğim

İhanetini dostlarımın asla kabullenmediğim

Ve işte ihbar ediyorum sana Rabbim:

İmha edemediğim hangi kötülükse

Ben bir ömür sevginin izini sürmedim mi?

 

Yorgun bir rengim, bayım

Mihrabı dünde saklı acılarımın

Mizacımsa yenik ve yanık bir mektup gibi

Ucunda asılı feri özlemin

Öykündüğüm belki de zemheride saklı bir kardelen

Ölümsüz değilim ama ölümü ihya ettim

Her gün yeniden doğup bir şiire asılıp kaldığım

Yazmadığım günse altını imzaladığım

İdam fermanım.

Kasıtsız ve kayıtsız sevecen

Kaybolduğum kadar kardığım günüm ve evren

 

Bir nutuksa atılan

Nüktedan varlığımdan damlayan hezeyan

Hacizli yüreğim

Hazandır ruh ikizim

Makul olan neyse uzağındayım

 

Sevdiğim kadar dönük yüzüm Rabbime

Söndüğüm kadar soluduğum son nefes

Hevesim de kursağımda saklı kaldı

En çok da kulaç attığım şu şehla deniz

Bir damladan çok fazlası saklıydı en derinde

Dilemması enginliğin

Feveran ettiğim binlerce yemin

Yeter ki beni af etsin Rabbim

Çünkü ben haddinden çok sevmiştim sizi, bayım.