‘’sırtında yoksul bir yağmurluk
çocuk gözleri büyük büyük
üşümüş ürpermiş soluk
ellerini tutabilsem pia’nın
ölsem eksiksiz ölürdüm..’’(Alıntı)
Soluk bir renksin, dirhem acıman yok
Dimağımı yıkayan
denizsin ve servetim nasıl ki toktur
Yüzüm,
Yüz görümü bir
hüzne meylettim
Yalnızlığın
kıratlığında
Bir yandım bir
söndüm
Adeta idare
lambasında geçti ömrüm
Azadesi dünün
Sanma ki afaki bir
sevgidir kine kire diş bilediğim…
Metruk bir gezegene
asılı kaldığım, sabahladığım gecelerin muhitine düştü yolum bir kez aşkın
şerefine içtimada geçen günüm gecem ve derdest olmuş yıkık benliğim.
Ben mağdur bir
düşüm belki bir yılkı atı:
Gem vuran seyis
misali sönmez yüreğin nazı.
İdamesinde yılların
izafi bir eksendir dönendiğim evrenin nazlı kızı.
Gün geçmez ki
azizim, şerit değiştirsin duygularım ve aşkın kabrine dönük yüzüm boynumda
fularım ben seyyah bir hüznüm kordan yüreğim közünde evrenin sözüm özüm birdir
madem mahrem kaygıların t/uzağında bilediğim sefil kalemim.
İndinde sevginin
nameler dizdim bir bir önüne.
Örtündüm her
zerremle baş koyduğum mevsime diyecek sözüm var hem benim.
Kefesi ağır basar
duyguların.
Kefen bezimse şiir
matbu bir yönerge idamesi hayatın dirlik peşinde bir hattat misali düştüğüm
yollarda ince ince işlerim niyazımı şiir dilinde şair kimliğinde geçer hayatın
yazı sonbaharı.
Sen, sevgili
Keykubat: tarihin tozlu sayfalarında beni beklediğin kadar beklemeye aldım
mutluluğu ve öylesine hoyrat bir rüzgârdır ki içime ters esen hayta sevinçler
mezarlığında çığırdım türkümü.
Yanık sesi matemin.
Yandaş aşkı
mabedimin.
Rengimle aşina
olduğum beyaza…
Ruhumla talip
olduğum bu karşılıksız aşka.
İçtiğim doğrudur
hüznü gecenin terennümü ve baş koyduğum bu dik yokuşta muradımı sunarım
Tanrıya.
Melankoli
yokuşlarında.
Hüdai türbesinde.
Hızır sağ elimde
sol elimse korunda aşkın iç çeken bir diyarın müdavimi seyyah bir yolcuyum ben
yandığım kadar yakardığım Rabbin Dergâhında yolcu bu dünyada olamadığım kadar
hancı kefenin cebinde saklıdır ölü akçem ölümüne sevdiğim sen ve tininde
özlemin gölgemle kavgalı müridiyim ben sessizliğin.
Şafak söker.
Yetmez.
Şafağı atar
gecenin.
Yetmez.
Şakağıma dayarım
kalemi ve şair kimliğimle sözcüklerin ulağı kırık kalemimle ve kanayan
kanatlarımla evreni tavaf ederim bir gize tanıklık ederken yüreğim izini sürdüğüm
hidayetin her çağrısında yankısı duyulur iç sesimin.
Ben ki sanrılı bir âşık.
Ben ki sancılanmış
bir şehir.
Ben ki miadı doldu
mu şiirin göç ettiğim diğer kimliğim:
Bir yanım çocuk bir
yanım şair aşkın imleci saplantılı bir sevgi değil bilakis aşkın ve huzurun
hicreti.
Yakama iliştirdiğim
şu Şimal Yıldızı.
Yakamdan düşmeyen
askıntı hüznün yaşlı gözleri.
Bir hare iken
meylettiğim hanemde saklı servetim.
Nazenindir geçit
vermeyen yüreğim ve narin ve naif.
Bir fısıltı düşer
dudaklarımdan ve dumanlar tüter kalemin niyazından bir adım sonrası ölüm olsa
ne ki, bu aşkın coğrafyasında yıkanmadım mı ben rahmetin beşiğinde yağmurun her
damlası adını haykırır kimsesizliğime binaen dolmayan çilemde yüreğimi
barındırır.
Issız ruhların
esintisi.
O minval ki: yerin göğün
bekçisi.
Bir zafer.
Bir tantana.
Kaydığım kadar
göğün kutsadığı gök kuşağında zaaflarım tescillenir afiyet dilediğim kadar
evrenden zafiyettir belki de tek kusuru yüreğimin aşkın mimlediği yüreğin mıh
gibi yere çakıldığı elzem bir yokuştur bir çıktığım bir indiğim.
Haznemde yorgun
yıllar yorgun düşler biriktirdim biriktireli.
Havsalamdan taşan
tüm kayıtlar mademki matemdir beni esir alan.
Yılkı atına sevdalı
bir neferim yerim yurdum otağım sevdanın mabedinden sökün eden fevri bir yıldız
meltemin beşiğinde saklı mehtap ve aşkın kürediği süremediğim sefası dünyanın
çünkü cefadır benim diğer adım.
Hüznün tarifesi.
Hazanın reşit
reçetesi.
Yağmalansa da
yüreğim…
Ben bu aşka
kefilim, azizim ve zemheride solan ilk gençliğim kadar da kusurluyum hayatta
çünkü sevgidir benim z/afiyetim af etsin yeter ki yüce Rabbim:
Sağımda menkıbe.
Solumda mersiye.
Redifler ve
vezinler…
Kürediğim ne ki
tünediğim kadar aşkın kırık dalında…