Rengârenk bir duygu şöleni yüreğin meddücezrine eşlik eden kah fısıltılar kah nidalar sökün eden güne salkım saçak ömre methiyeler dizdiğim sevginin meali.

Gün geçkin.

Sözcüklerinse aşireti kayıp.

Yalnızlık öylesine seyyah bir duygu ki ve işte tutuldu yüreğin nutku.

Beyan edeceğim ne mi kaldı elbet beratı Allah katında saklı…

Bir müzmin coşku ki kulluğuma binaen sökün eden gaipten gelen hüznüme ve sevgime şerh düşen şükürler olsun ki Rabbin hikmeti varlığıma binaen sözcüklerle tokalaştığım bir ziyan da değil isyan asla infilak eden yüreğin tapınağında saklı aşk ve yüce Huda…

Meylettiğim bir zikir ki Rabbimi anmadan geçmez zamanım.

Manen zengin ve hüzünlü mihrabımda saklı yangın.

Neşri ömrün nazenin bir türkü içimde çığıran kuşun sancılı kanat çırpışları ve hurra, ömür, dercesine hummalı bir hüzünde kala kaldığım.

Töreler.

Tayinler.

Tahliller.

Tahakkuk eden yeni gün.

Temsili bir rakımda eşelediğim toprağı ve teyakkuzda yanan yüreğim nasıl ki doğacaktır yeniden külünden…

Zarar ziyanda olsam ne ki?

Zamk gibi yapışan hayaller ve anılar ve umut tekkem:

Takkemi koydum önüme ve bıraktım kendimi kaderin eline.

Teyakkuzda geçen.

Tınısı duyulmayan tanısı konulmayan.

Ruhum ve firarım ve mıntıkam ve rengim.

Rakamlar sonsuz duygular emsalsiz ve Rabbime yürüdüğüm ve günahlarımın döküldüğü.

Zuhur eden geceye.

Ziyan ettiğim ömre…

Zanların zamlı tarifesi ve kayıtsız kalamadığım kadar olan bitene.

Hazzı değil asla haiz olduklarımın varsa yoksa şükre doymadığım sabrımı katık ettiğim ve feveran etmeden zamanını beklediğim.

Döngü nazenin.

Yürekler yangın yeri.

Meali olmayan bir ışık misali karanlığın delinip geçilebildiği elbet Rabbin izniyle…

Mizacı kırık mihrabı da ve mızrabı.

İklimin ve insanların tutarsızlığında seken zıplayan bir ceylan gibi yalnızlığımın kırbacına sıkı sıkı sarıldığım…

Turkuaz bir öfke belki de simana yerleşik oysaki mevsimlerden en çok seni sevmiştim.

İkbali hayatın ve itibarı yalnızlığın kefil olsam bile ne ki sevgime ne ki ibaresi ölüm olan bir gün iken bekleyen o köşede…

Hoyrat rüzgâra baktım da.

Renklerden en asili beyazı saklı tuttum da içimde…

Ne mi oldu nemli gözlerimde kayan sözcüklerden tüttürdüğüm yanık türkünün kefen bezine mi saklansaydım?

İyi de saklayacak saklanacak ne var ki ne de olsa hayat ırak mutluluktan katık ettiğim her yeni gün ve umut uğruna doğan güneşe mi söylenmeliyim?

Sözcükler, ah etmeden yanaşan.

İnsanlar isyanla nefretle sırnaşan.

Bir hüküm ise verilen en tepeden bir yıkım ise ayağımın altından çekilen o zemin.

Kılı kırk yarmadan sevmek ve de görünen o ki: bu da iyi gelmedi haris insan nesline.

Tutuşan yüreğim kliması bozuk mevsimin.

Doğaçlama sevdiğim yakardığım yandığım uğruna tüm sevdiklerimin…

Ve işte laciverte dönen gün ışığı isyan bayrağı ile yürüyen bir ordu olsa bile ne ki üstüme gelen üzengisi mevsimin üzünç dolu olsa ne ki evrenin hayta nefsi?

Ölümsüz olmayı dilediğim zamanlarsa çok geride kaldı şimdi sadece ölümle avunuyorum ve ölenlerin ardından edeceğim duaların telaşında bazen de beyan etmiyor değilim hani aciz öznemi:

Ey, yüce Rabbim, Senin Dergâhına sığındığım kadar da sağdıcım olan sevgime sözcüklerime sensin rahmet yağdıran ve işte ayaklarımı yerden kesen ihaneti insanların itibar etsem ne etmesem ne izahı yok ki gün ışığından arda kalan üç beş parıltının…

Bak, sönüyor hevesim.

Kuluçkada karanlık hibe ettiği hissesini bana gönderdi az evvel.

Bir izdiham ki yüreğin tetiklendiği.

Asla da haram değil hani nemalandığım hayat ve duygularım.

Bak kaç karış uzadı boyum aldatıları görmezden geldim de görünmez sandığım içimdeki çocuğu meğerse yaşatmışım başköşede.

Anne ikliminde büyümeyi erteleyen o çocuk.

Anne ikliminde sönen feri ruhun ve gözlerin.

Özlemi ve öznemi ile hasret gideren bir fasıl ki mahşeri kalabalığın isyanını görmezden geldiğim gel gör ki isyankâr addedilen de hep ben oldum çünkü gördüğüm gerçekleri dile getirdim ve doksan dokuz köyden de kovuldum.

İltimas geçiyor bana yine hayat ve yeniden doğdum bu sabah.

İçtimada geçen ömrün pervazına konan kuşa değil dokunmak bakmaya dahi kıyamazken ve nefesi kesilen annemin eli ayağı olsam bile ne işe yaradı ki?

Acımla büyüyen bir çağlayan.

Acımla deştiğim toprak.

Üzerimdeki ölü toprağından inşa ettiğim bir mezar kendime.

Layığı ile yaşamanın bedelini ödüyorum işte ve arşı alaya çıkan yorgunluğumun çivilerini çakıyorum.

Bir de demezler mi:

‘’Çivi çiviyi söker…’’

İhbar edeceğim hangi biri ise şükürler olsun ki saklı Allah katında.

Yine de insanlardan medet umuyor olmamın pişmanlığı ve hatası ile hep başa alıyorum hayatı.

Kimseden fayda olmadığını öğrensem bile saflıkla kucak açıyorum bana ihanet edenlere dahi.

Kılavuzum bülbül.

Kılavuzu karga olanları hala büyütebiliyorsam gözümde bana yazıklar olsun…

İhtimamla sevmenin yaşamanın bir adım sonrası imha etmek olmalı tüm kötülüğü ve yanlışları ve pişmanlığı.

Üç doğru asla bir yanlışı götürmüyor.

Üçün biri bir memur gibi.

İkileten insanlardan üçe varamadığım.

Bir olmanın imkânsızlığı ile bana verip veriştirenler.

Otağı kurduğum şu beyaz bulut.

Elimdeki asayı bırakmadan hala umut ediyor olmanın bir izahı var mı sahi?

Sözcükler kapış kapış duyguların ihbarı olsa ne ki yaşadıklarımı aslında bilfiil dile getiremezken o kayyumu da kim atadıysa arzı endam ediyor gün ve nice mucize en azından ben umut ediyorum ve hala iyi niyetimi aptallık derecesinde saklı tutup ödün vermiyorum değerlerimden.

Yeter ki Allah istesin…

Yeter ki: yürü ya, kulum, desin…

Kaderin önüne madem hiçbir şey geçemiyor:

Eyvallah o halde: eyvallah…