Mevsimin bir kalbi var mı, yüce Tanrım?

Varsa eğer varamadığım bir yakada mı saklı?

Ah, içimin geçit vermeyen dehlizleri

Salya sümük ağladığım zamanlar çok oldu ardımda kalması muhtemel.

Muhtemel nice yenilgi ve de yanılgı…

Bir alabora ki yaşamak…

Alı al moru mor çeyiz sandığı gelin kızın…

 

Hem ben gelir sanmıştım mutluluğu

Arka kapısından çekip gidemediğim yalnızlığın tutsağı

Bir düş gibi serili döşüme.

Bir seyir gibi izlerken hayatı kuş bakışı.

Unutamadığım kaç gece annemin kuş misali çırpınışı…

İzahı var mıdır sahiden ölümün ölümsüzlüğünde saklı

Bilinmezi bilindik kılan tek duygu iken umudun yerleşkesi

Hazanla iştigal göğün kırık tekeri

Bense hala asılı kaldığım kadar bir buluta

Uyruğunu bilemediğim gidişlerin var mıdır sahi

Bir tesellisi?

 

Ve işte sensin adım

Sensin, sen adımladığım yolun yorgun savaşçısı

Yeter ki bırakma elimi bir kez daha

İfrata çıkan acılarımla ve seninle yeter ki

Sınamasın beni yeniden yüce Huda…

 

 

Düşlerim peksimet kıvamında pekişen iç sesimin aldığı o derin darbeye bir b/akıyorum ki…

 

Üstüm başım yaşımın izi ile nemlenmiş yüreğimin sönmek bilmeyen feri…

 

Adağım.

 

Ant içtiğim uğruna.

 

Azığa aldığım…

 

Ah, bir de yaktığım gemilerimi hangi limana çekerim ki ben sırdaş kalemi?

 

Öznem kayıp özlemimle mağdur.

 

Önsezilerim yitik mağlup olduğum yine bir hazan vakti.

 

Mizacımı bilensin, Rabbim ve sevdikçe daha da çok sevdiğimsin.

 

Saklı tuttuğumsun içimde dışımda her an’ ımda her anı’mda.

 

Savsakladığımsa hayatım bazen kayıp bir radarı devreye sokmakla iştigal devir daim yapan hüzün yüklü coğrafyamda saklı nazarı ve itibarı ve nazı ve niyazı elbet içimdeki çocuğun yok iken aslında bir aksanı.

 

İçim dışım bir madem.

 

İçlendiğim değil tekelimde mevcut hüznün bekası ve bakiyesi.

 

Delişmenim rüzgâr gibi.

 

Deli fişek bir gizim…

 

Takriben bin yaşında gel gör ki içimdeki çocuk bir yaşında.

 

Kaç bin yaşıma gelsem de gözümün nuru annem ve yüreğin suru.

 

Takvim yaprak dökerken…

 

Kıblemde saklı bir renk cümbüşü aslında bağ bozumu aslında gök kuşağı ve ruhumun da taslağı saklı iken göğe kurduğum otağda resmettiğim bir çizim gibi renk verdiğim bir çiçek gibi ve kalbim kırıldığı defalarca yerinden yerleşik bir acı yâdı dünde saklı mevsimin yok sahiden de acıması…

 

Ya, hüzün ne renktir, Tanrım?

 

Bodoslama sevdiğim kadar yakınım ölüme ve çoktan ısmarladım mezar taşımı yeter ki yerli yerince uzanayım kabrime ve baş versin umut uyuya kaldığım bir günün ertesi d/okunurken elim ufka sirayet eden nice duygu bir rivayet değil hem mademki umudun uykusu uydurma bir öyküyü ve öykündüğüm şüheda mazim kırık bir yürek ve depreşen yeniden tevazu yüklü bir denklem elbet çözebilen aşk olsun…

 

Rabıtam.

 

Reçine t/adında sevdam.

 

Reçber’i ömrün tam teşekküllü hüzün hastanesi:

 

‘’Ne alırdınız efendim?’’

 

Meylettiğim mademki sevgi ve annemin varlığı…

 

‘’Yolculuk nereye demiştiniz?’’

 

Sırça köşkümde yanan feri mademki aydınlığın da yolcusuyum ayırdına varamadığım kadar hayatı şimdilerde bir ayraç koydum tam da ortasına ve akışkan hüznü sepetleyip firar etmeden de bedenimden hani olur da…

 

Hani olur da gerisi gelir, değil mi yüce Rabbim…