Kaderin muhtırası ve yüreğimde açılan o şemsiye isyanın da sağanağa dönüştüğü bir öğle üzeri yüreğin ferinde saklı kıvılcımlar ve işte düştüm yollara.

Cengâver yüreğim:

Batılı gizemin, pervane olduğum sevgi ikliminde saklı iken yürek nasıl ki aşkın neferi…

Kuytularda saklıyım belki de kozamda gövde gösterisi yapıp sağdıcım kalemle hemhal büyüttükçe büyütüyorum insanları g/özümde.

Karargâhım.

Eşkâlim.

Mıntıkam.

Çizdiğim hudutlar.

Nankör kedi, sevdalı muhabbet ve göğün solunda devasa bir nokta sancılı şafağın öyküsünde saklı yüreğim temize geçtiğim duyguların rotası iken hulasası evrenin havsalamdan taşan binlerce cümle deryası.

Yüzümü ekşittiğim yoksa hüzne mi maya çalıyorum?

Oysaki ben terbiyeli bir öğrenciyim aşkla dalga geçip dalgakıranlarda yaşıyor ve yaşatıyorum ruhumun istilasında boyumu aşan dalgalarla hoşbeş etmenin hüzne kattığı bir dirayet bir cesaret, bakaya kalan şiirlerin gözünde yanıp sönen bir imge deryası ve meltemin çağrısı ile uyanıyorum sabahın köründe izdivacına tanık olduğum kelimelerle örüyorum göğün duvağında saklı pervaneyi ve keramete asılı feveran ediyorum içimin Zühre’sinde dışımın mehtabında öykündüğüm hayallerimin dibine vurup arkamı kolaçan ediyorum.

Ömür devindi.

Gün eskidi.

Gece epridi.

Muhatap olduğum hüzün ve yalnızlığın coğrafyasında sekiyorum bin bir ihtimamla açıp soluyorum ve kurusıkı tebessümler sıkıyorum kalemin başına dimağımda yanan bir ateş iken şiir dize getiriyorum içimdeki çocuğu ve baskına uğrayan bir sözcüğün şeceresini hem okuyup hem yazıyorum yarım yamalak değil gülüşlerim nasıl da istikrarlı gülüp ağlıyorum ekin tarlamda aşkın tarhında kubbede yaşayan bir kuş gibi yükseltiyorum da çıtamı.

Çelimsiz değil kalemim.

İz bırakan gizin peşinde.

Meali yok yorgunluğumun:

Yazdıkça yanan ateşin nezdinde…

Uyruğu olmayan duygulardan üreyen sessizliğim ve uleması cihanın kalemse ulak misali…

Kayıplar ve ayıplar saklanan.

Azat edilesi bir yürek saklı içimde bense aşka emre amade.

İzdiham ötesi mahşeri kalabalığın isyanını yazarak bastırıyorum ve uluyan değilim ünlendiğim kadar ikilettiğim dilemması sözcüklerin kayıp bir minvalde kesişen yollarımız: aşkın umresi yalnızlığın şeceresi.

Bir d/okun bin ah işit.

Sözcükler leyli.

Doğan yeni güne değer biç:

Temsil ettiğimse iyiliğin eseri gönül kubbemde saklı kalp gözümde büyüyen bir özlemle giderdiğim kadar hasretimi seriyorum yangından ilk kurtarılacak elbette kalemim ve kale duvarlarında asılı resimler biriktiriyorum en çok da bir detaydan çıkıp resmin genelinde sırıtan bir adam çiziyorum:

Hayli bağnaz.

Hayli cebbar.

Uçuşan ukdelerde saklı bir akım gibi cereyana kapılıp yanıyor ve kömür oluyor çizdiğim ve astığım resimler.

Astığı astık.

Gözüne kimse rastık çeken.

Bense mil çekiyorum gözlerime ve mimlenmiş yüreğimle inliyorum altında kaldığım ağırlığın hafiflemesi ise an meselesi ve hiç olmadığım kadar gözü kara ve sevdalıyım.

Tasfiye ettiğim binlerce şiir.

Babadan tembihli.

Annesinin göz bebeği.

Tembelce sekiyorum günde ama gün eskiyor.

Gecenin teşrifi ile boyut değiştiriyorum bu sefer ve cesaret bulup infilak ediyorum.

Yoksa…

Yoksa bu şiirler nasıl doğar her şafak saydığımda şakağıma dayalı kalemle şafağı atan sözcüklerden alırken gücümü ve hırsımı biliyorum da ben sonsuzluğun ve yorgunluğun ulemasıyım…