Sözcükler isli.
Sözcükler yorgun.
Adımsa iki uç:
Yıldız olarak uzak olduğum bir dünya
ve de ulaşılmaz.
Gülüm olarak kucakladığım çiçek
bahçesi ve içimdeki cennetim bana yaşama sevinci ve mutluluk veren.
Mutlak düşlerim var ve de muazzam
hayallerim.
Hayat denen muhtevanın kim bilir
hangi kapsamında saklıyım?
Devasa bir kehanet içimde büyüyen
belki de mutluluktur plak iğnesi kırık kendime ettiğim ihanet.
Top oynuyorum evin içinde bacak kadar
boyuma düz duvara tırmanırken rahmetli Yıldız Halamın resminin olduğu çerçeveyi
kırıyorum ve korkudan ağlayıp kaçıyorum perdenin arkasına az sonra babaannemin
eteğinin altına sığınıp görünmez moda geçeceğim.
Esen o şiddetli rüzgâr belki de büyük
İstanbul depreminde evin beşik gibi sallandığı zamanlar gibi yüreğin kırık fay
hatları ve bin parçaya bölünen varlığım.
Sakız gibi insanların bazı kelimeleri
arasız çiğnedikleri ve ben insanların ağzına bakıyorum ne diyecekler diye elbet
onları sevdiğim kadar da güvendiğim.
Pamuk ipliği ile bağlı olduğum hayat
fi tarihinde fildişi yalnızlığımla sekerken parmaklarım piyanonun tuşlarında.
Zemherilerde üşümüş yüreğim.
Çapulcu imgeler.
Tezat bir mevsim sıcak ve aheste ve
üstüme çöken bıkkınlık ve geri sayıma başlıyorum.
Üç.
İki.
Bir.
Ve ateş.
Harı aşkın, hazzı yalnızlığın belki
de bir handikap yaşamak arsız hırsızın ev sahibini bastırdığı bir o kadar yavuz
hırsız demez mi ev sahibine?
‘’Eh, be birader insan bir tabak
yemek ayırırdı beklenmeyen misafire.’’
Kaç sene evvel başıma gelen o olay
gibi ve ben evde yalnızım yetmedi apartmanda herkes bir yerlere gitmiş ve
güzellik uykumu uyuyorum şükürler olsun ki hırsızlar kapıyı kırıp da içeri
gireceklerken uyanıveriyorum ve ikişer üçer inip basamakları kaçıyorlar
apartmandan hele ki ben onları annem sanıp bağırmışken:
‘’Anne sen misin gelen? Ne bu gürültü
böyle?’’
Apartman baştan ayağı soyulmuş tek
soyulmayan daire bizimki ve hatır tanımamış gibi komşulara polise ifade
veriyorum:
‘’Tam da kapıyı kırıp içeri
giriyorlardı ki…’’
Günün kahramanı mıyım yoksa apartman
güvenliği benden sorulduğu kadar ihanet mi ettim komşularıma uyuyup da kaldığım
için ve o gün adım tarihe altın harflerle yazılıyor.
Mutluluğun bir frekansı varsa,
sevgili dostlar bilin ki adı: sevgi.
İhya eden yüreği.
İnsanın firar ettiği bedeninden.
İlla ki sevgi.
Delip deşen acıları yok saydığınız ve
Allah hatırına sevdiğiniz ne özel bir komplimanı yüreğin ve işte iki adımla
eşleşen duygular.
Her halükarda dengeyi kurmak adına
zorlandığım.
Ola ki beni birisi Yıldız olarak
çağırsın en fazla yüzüne bakarım:
‘’Bana mı dediniz?’’
Aman Rabbim, bir insan göbek ismine
bu kadar mı yabancılık çeker?
Ve evet, henüz dört yaşında iken
vefat etmiş halamın ismini yaşatmak bana düşse de ben zaten ismimle yaşamıyor
muyum? O halde kaç beden ya da kaç ruhu saklı tutacağım içimde ve de dışımda?
Normal ismimle çağırdıklarında
ise-normal isimden kastım elbet sevdiğim ismim Gülüm lakin bunun bir de
anormali varsa şimdi bilemedim-hemen yanıt veriyorum:
‘’Buyurun lütfen.’’
İç bükey bir aynada saklandığım.
Ya da kırık bir aynada görüntülerin
iç içe geçtiği ve elime alıp da mezurayı boyumun ölçüsünü alıyorum.
Haz ettiğim etmediğim ne varsa toplu
halde gelir beni bulur. Kimse dünde kalan ve ben hangi kimliksem düne mahkum
olmuş günümüzde ise seken bir kör kurşun gibi nidalar savuruyorum ola ki canım
yansın küsüp içime kapanıyorum belki de önceden olan buydu çünkü şimdilerde
tepki vermeden duramıyorum.
Bir maharet olsa gerek sessizlik ve
de verilen en büyük tepki iken tepkisizlik.
Psikolojinin de nimetlerinden
faydalanıyorum ne de olsa müthiş bir terapist olmak adına çıkmıştım yola ta ki
akıl sağlığım tehlikeye girip de psikoloji okumayı yarım bıraktığım ve orada da
başıma gelmeyen kalmamıştı.
Yüksek lisansta en korkutucu ders
sanırım grup terapisi idi.
Ben bir de alttan ders aldığım için
bölümdeki öğrencilerle haşır neşir olmuştum. Yüksek lisans dersleri yetmezmiş
gibi alttan aldığım onca dersin ve ders notunun peşinde adım Atom Karıncaya
çıkmıştı. Sürekli bir koşturmaca halindeydim ek olarak bölüm başkanımızın
güzide öğrencilerinden olma şansıyla sürekli Beyazıt’taki kütüphaneye gidip
araştırma yapıyordum ve öyle bir hal almıştım ki ismimin hangisi olursa olsun
çağrıldığımda nerede ise uyku modundaydım ne de olsa üç ya da dört saat uykuyla
yetinmekti payıma düşen.
Dünde kalan ne varsa aslında bu güne
temel hazırlayan.
Ve kimse hayatıma giren ya da teğet
geçen beni ben yapandır bir o kadar beni benden uzaklaştıran ve ben kim olursa
olsun kim beni hangi ismimle çağırsın çağırmasın hep de itaat etmişimdir.
Ek olarak iki ismimi de beğenmeyip
beni soyadımla çağıranlar ya da lanse edenler:
‘’Çamlısoy gel aşağı Çamlısoy gel
yukarı.’’
Bir ismin o insanın psikolojisindeki
etkisi nasıl hâsıl oluyorsa artık ve ben buna özellikle son zamanlarda
takmışken.
Farkındalık geliştirsem ne olacak ki
ya da rest çeksem ve her rest çektiğimde rastlaştığım insan izlekleri.
Bir ismin minvalinden ziyade birkaç
ismin efektleri.
Birkaç isimden de ziyade ismiyle
bütünleşti mi insan.
Bir renk gibi ya da gök kuşağı ve ben
hangi rengi seçeceğimi bilemezken gözlerimin kamaştığı ve yokluğa karıştığım.
Yok olmanın meali hiç olmak da değil
çünkü hiç oldu mu insan bir varlığa dönüşme ihtimali ile sürekli göz doldurmada
ya da bir dondurma tabağı gibi de hayaller ve ümidi insanın eriyip giderken…
Geç yaşında baba olan rahmetli babam
ve beni kucağına aldığında aklındaki ismi bana sunduğu.
Ben hala babasının kızıyım hala onun
biricik kızı ve bana dokunmaya dahi kıyamazken babam ve işte ismimle şerh
düştüğüm.
Mizacım da çiçek ben de.
Hala masum ve aynı kalmanın mümkün
olduğunu ise ispatlıyorum ve bana öykünen kimse alıyorum gardımı.
Varlığımın iz düşümü çünkü sevgiyle
sekerek coşarak çıktığım hayat yolculuğum.
Sevginin de iz düşümü ve umudun ve
ailemin bana verdiği güven duygusu ve sevebilme yetisi çünkü sevmeyi de öğreten
ailem ve karşılıksız yardımlaşmayı insanlara merhamet etmemdeki en büyük
faktörde elbet merhametlilerin en merhametlisi Rabbimden feyiz aldığım ve
sevdiğim kadar insanlara ve tüm canlılara merhamet ettiğim zaten bu değil mi
beni sonunda yıkan?
Acımaktan maraz doğar. Ben bir ömür
bunu asla kale almadığım gibi son zamanlarda başıma gelen de hep merhamet
duygumdan öyle ki hayli yüklü miktarda paramdan oldum gereksiz yere merhamet
ettiğim birinden üstelik aldığım darbeyi de ekledik mi merhamet duyulmasa ve
acınması gereken insan olarak ilk sıraya dâhil oldum.
Ama bu bizim özümüzde olan ve insan
olmanın da meali değil mi? Samimiyet ve içtenlik ve merhamet.
Öykündüğüm başka bir isim de olmadı
hani eğer ki sorsalardı bana ismimi değiştirmek isteyip istemediğimi.
Hayatın rövanşı belki de ve ben artık
gardımı alıp da yaşadığım için beni her çağırana ne olursa olsun elbet yanıt
veriyorum. Huyum kurusun ki tepki ya da yanıt veremeden duramıyorum artık.
İyi halden tahliye olur mu acaba
bendeki bu içtenlik duygusu akabinde içime ve dışıma kapandığım aslında bir
çiçek gibi de küstüğüm kim bilir belki de kendime.
Soğuk çok soğuk bir iklim payıma
düşen hele ki Yıldız kimliğimi kabulleneyim.
Bir o kadar ulaşılmaz ve soğuk.
Bir hayal gibi gezindiğim
gökyüzündeki Yıldız kimliğim:
Gökyüzünde yalnız gezen Yıldızlar.
İtiraz ediyorum ama yalan da değil
hani çünkü yalnızlığım tescilli diğer yandan Gülüm ismiyle kendimi bir
cennet/çiçek bahçesindeymişçesine hayal ediyorum ve bilfiil kabullenip
duyumsuyorum.
Bir rengin muhtırasını veriyor zaman.
Zamansız göçüyor insanlar.
Kaybettiğim ve ebediyete intikal eden
kim varsa yaşlarımın yeni yeni dindiği ve üstüne kat çıktığım acılar insan
sevgimden çıkıp da yola kendimi sona sakladığım sevmek adına ve nihayetinde
sakladığım kutuda bulduklarım:
Bir avuç toprak.
Ya da kurumuş yaş izleri.
Belki üç beş mendil ve havlu.
Sandığın dibinde unutulmuş bir nazar
boncuğu ve de.
Sahi, ben kimim?
Dünde kalan bir kız çocuğu…
Ya da dört yaşında toprağa verilmiş
ve benden yeni bir Yıldız doğsun da halasının yerine geçsin diye medet umanlar…
Belki de bir gül bahçesinde tüm gün
salındığımı farz edenler ve yüzümde de her dem güllerin açmasının mümkün
olmadığı bu yüzden hüznümü ve asık yüzümü yadırgayanlar?
Kimim ben?
Yıldız Gülüm Çamlısoy.
Başşehriyim umudun ve sevginin ve
yıldız olarak doğduğum çiçek olarak gezindiğim ve ciddi soyadımla soyunduğum
bir sürü hayal ve edindiğim sıfatlar sonra her birinden feragat edip hiçlik
makamına atandığım ve sevdiğim kadar sevildiğime inandığım üstelik bir ömür ve
sevgili dostlar, varsa eğer bir hatam ya da bilip bilmeden kırdımsa
sevdiklerimi bilin ki dalım da kırıktır yüreğim de hele ki bir ömür defalarca
aynı yerinden kırılmışken kalbim beni yeniden kırmanızda bir sakınca
görmüyorum.
Sevdiğim kadar sevildiğim ya da
sevildiğime inandığım.
Ola ki yanılıyorum siz yine de renk
vermeyin ve bırakın da inanayım doya doya sevildiğime her halde hak etmişimdir
bu duyguyu ve hayali ve umudu bir ömür insanları hatta canlı cansız tüm
varlıkları yüreğimden derinden sevmişken…
Kimim ben?
Yıldız Gülüm Çamlısoy.
Sevgimle…