Mizacı yırtık ve yenik bir gün hatta
miadı çoktan dolmuş ve efsunlu bir şarkıyı güne iğneliyorum lakin çuvaldızın
battığı yerde açmıyor güneş belki de mevsimin sönük feridir tek suçlu tıpkı
gizin sövdüğü kimliğimde bir peçesi olmayan düşlere özlemimdir her düşüşümde
ayağa kalkmayı iyi kötü becerdiğim.
Gülücük kuşları diye feveran ediyor
göğün saklı metaneti elbet izindeyim bilinmezin ve ansızın irkildiğime binaen
iman gücümle solmaktan medet umduğum lakin hala toprağıma bağlı köküme sadık
bir niyazım.
İçimdeki açının da iz düşümü madem
peşi sıra kovalandığım.
Lades, demeyi de çok özledim tıpkı
ailemizin fıtratında saklı o meal gibi…
Elbette öğretiler ilk sırada ne de
olsa baba evinde öğretilen her şeyi korumak zorundayım ve hep de bunu kolladım
ve korumak babında ıssızlıkla kesişti yolum…
Masum kalmayı temenni ettiğim lakin
ne çok günahım var/dır kim bilir.
İsi mi hayatın ışığı mı ruhun yoksa
inadım mı sadık kaldığım?
Ve hayallerin peşinde koşmakla
iştigal bir kürenin de kürdi hicazkâr şarkısı iken.
Perçemi düştü yorgunluğun az evvel
yanı başımdaki boşluğa ve görünmeze itaat etmenin verdiği huşu ile hep de
gülümsedim.
Annemin çivit mavisi gözleri.
Ve babamla aynı göz rengine sahip
olmanın lüksü ile bir arada hep ela düşler kurduğumuz…
O da benim gibi hayal yüklüydü.
O da her gün yenidünyalar inşa eder
sonra rakamlara döker hayali bütçeler ve finans analizleri yapardı.
Hatta akşam oldu mu ve annem günün
yorgunluğuyla hafifçe gözleri kaparken baba-kız sohbet ederdik.
Eğitimci bir baba lakin ticari zekâsına
da nasıl hayrandım. Dile kolay ben doğmazdan evvel Kadıköy’ün merkezinde bir
dershanenin kurucusu ve de müdürü hatta ilk adımla da aynıdır: Yıldız Dershanesi.
Annem ise henüz yirmilerinde gencecik
bir kadın ve dershanenin tüm idari işlerinden sorumlu.
İki masa ve birkaç sandalye ve al
sana küçücük bir sınıf ve işte Yıldız Dershanesinin ilk günleri. Sonra da
bayağı açılmış işleri ve sayısız hatıra dünden kalan.
Neden sonra ben doğmuşum ve aileye
geç katılan bir bebek elbet dershaneyi kapatmak zorunda kalmışlar çünkü ben
rakip çıkmışım bu devasa eğitim kurumuna.
Edebiyat öğretmenliğinden emekli
olduğunda da çok gençmiş babamın yaşı derken hizmete açtığı kitapçı dükkânı
elbet devamı da var lakin konumuz bu değil asla.
Konumuz kurduğumuz hayaller ve
sevdiklerimizle pay etmek adına nasıl da heyecanlandığımız.
Dünde kalan gelin görün ki genlerimde
saklı tortusu.
Üstüne üstelik babam çok ufak yaşta
yetim kalmış canım babaannemle beraber de kıyı köşe gezmişler canım ülkemi. Ne
çok köy okulunda az zahmet çekmemiş hatta bir gün dağ yolunda kışın ortasında
karın esaretine uğramışlar ve donan bacağı son anda kesilmekten kurtulmuş.
Onu özlediğim çok aşikâr hele ki
edebiyat yolculuğumda onun yanımda bulunmasını nasıl da isterdim.
Bazen kızmıyor da değilim hani
rahmetliye-ki Allah beni af etsin-ne de olsa üzerimde uygulanan askeri disiplin
bir bölüğü bile idare edecek nispette kuvvetli ve yoğundu.
Her anlamda üstelik.
Gerek eğitimci kimliği ile disipline
olduğum…
Gerek namus konusunda da çok tutucu
olduğu için adeta bir detektif gibi takip ederdi beni ve okul ile ev arası beş
dakika tuttuğu için ola ki yedinci dakikada ulaşayım eve direkt okul yönetimine
telefon açardı evdekiler.
O zamanlar asla da anlam veremezdim
bunca baskı neden diye.
Sanırım asker torunu olmamda da bir
hikmet var ki rahmetli dedem çok erken göçmüş.
Kurtuluş savaşında cephede savaşırken
bacağına isabet eden bir kurşunla da gazi unvanı almış ve bu sebepten dolayı
genç yaşta terk etmiş ailesini.
Babasızlığın raconu belki de babamı
hep sorumlu hissettiği gelin görün ki ben bunu hep bir sorun olarak görmüştüm
ve gün boyu devam eden disiplini yok saydığım tek yer okulumdu gerçi okulda
aşırı katı kurallar vardı hele ki bir Anadolu Lisesi olduğu için derslerde illa
ki mesaiye kalırdım.
Zaten öğrencilik oldu benim tek
kurtarıcım ve öğrenci kimliğimden asla soyunmadım hatta ve hatta an itibari ile
ve yazmaya başladığım ilk günden beri bu yüzden Edebiyat ile haşır neşir
olurken bana yöneltilen her uyarıda gerçek payı olduğunu bildiğim için kalemimi
de hep biçimlendirmek adına mücadele verdim keza an itibari ile de değişen bir
şey yok.
Bazı sözcükler lügatte bulunmuyor,
sevgili dostlar.
Haletiruhiyemle s/alındığım dünya
denen mecrada asla da bir kimliği tam olarak oturtamadım üzerime bu yüzden iş
dünyasını da fazla sevemedim çünkü disiplin odaklı ömrümde bazı şeyleri
görmezden gelemediğim için en mükemmel ortam arayışındaydım.
Dilime pelesenk olan çokça kelime var
en çok da ıssızlığın muadili olan ve ben ısrarla inanırken: illa ki birilerine
inanmak ve güvenmez zorunda hissetmemin devamıdır belki de hala kendimle olan
savaşım.
Disiplin tutkum ve sancılı ömrün de
ufkunda hala omzumda taşıdığım bir apolet elbette peşini bırakmadığım hayallerim
ve nice idea ve ısrarla yaşarken istikrarla severken eş güdümlü yazmanın da
meali.
Bir iç döküm.
Fıtratın yaşadığı kaos ile paralel
bir dürtü belki de.
Bazen kırıldığım ama kırmamak adına…
Genelde yanıldığım ama yanıltmamak
adına.
Tek lüksüm işte: sevgiden yana
bitmeyen bir arayış üstelik çok boyutlu bir mekân ve zamana yayılan duygularım.
Bazen bir sözcüğe bakıp da hüngür
hüngür ağladığım derken üç beş satır karalayıp Nirvana’ya erdiğim.
Süregelen ömrün de dış cephesinde
göze çarpan nasıl da farklı oysa ve görüntü itibari neye tekabül ettiğime kani
ise insanlar ve göründüğüm gibi olduğum için de aralıksız yargılandığım.
Aradığım sadece huzur ve ruhum
Araf’ta iken hayatı resmettiğim bir iki saatle de sınırlı iken yazma fiiliyatı
kimi insan kolaylıkla da yanılmakta çünkü tüm günümün yazarak geçmesi imkânsız
gelin görün ki ben artık hayatı şiir gibi d/okuyorum ve evin penceresinden dışarı
baktığımda bile sayısız öykü ve öykü kahramanına rast geliyorum.
Bir dokunun bin hikâye çıksın
dercesine.
Ah da etmeden yaşamaksa çok da kolay
değil hani çünkü can yakmak ya da bolca laf üretmek bazı insanlar için
fazlasıyla cazip ve onları da mutlu kılan lakin asla da merak etmediğim bir
husus çünkü ben sadece kendimle iştigalim.
Dile getiremediğim çokça şey var üst
üste eklenen günbegün bazen geçiştirdiğim bazen bir dostumla paylaşıp akabinde
bir şiir olan belki de şiir gibi gördüğüm hayat ki hangi kelimeye denk
düştüğümü de henüz keşfedemedim lakin hayat sonsuzlukla iştigal ve tüm
permütasyon işlerimlerinden payıma düşen işte o sonsuzluk duygusu.
Sonsuz ihtimal.
Sonsuz şık.
Bazen yuvarlandığım bazen içimdeki
ondalık hüznü yuvarlayıp bazense sıfırladığım belki de etkisiz ya da yutan
eleman olma özelliğimle asla ve asla insanlara ve sevdiklerime yetemediğim iyi
de kendime yetiyor muyum bakalım?
Edebiyatçı kimliğini yok sayıp
rakamlarla arası iyi olan canım babam ve sayısalcı olmamın da türevi iken
sözcükler…
Aslında insanlığımı sunduğum ve
sorguladığım ve hayallerimin peşi sıra sürüklendiğim…
Bana sevmeyi ve sevgiyi öğreten
aileminse hakkını ödeyemem gerçi zor ve baskıcı bir ortamın sizden götürdüğü
çok şey oluyor lakin en azından içimdeki iyi niyeti ve saflığı korumama
vesilelerdir kimi zaman çok çok kızsam da…
Sanırım kendimi sevmek için hayli
nedenim var: ah, bir de izin verseler ve tek dileğim yaza yaza bunu gerçekleştirmek
hatta bayağı da yol kat ettim kendimden uzak geçen ömrün aslında ta içimde
saklı sayısız yönüm ile yaşadığım ve yaşattığım gerçeğine bir şekilde vakıf
oldum elbet yazarak ve sizler sayesinde…