Yeter ki̇ yarinlarda sağ sali̇m buluşalim
Ölü sözcükler dirilme arzusu güdüyor
aslında açmak istediğim herhangi bir parantez de yok elbet anlatacak bir şeyler
de lakin içime hükmeden bir diriliş var enkazından doğacaksa bir geminin
inşaatı yine mi kaptan rolü düşecek payıma elbet aceleyle terk edeceğim gemiyi
hem maruzat filan da sunmayacağım gemi personeline elbette benden başka
birilerinin mevcudiyetini çoktan pas geçtim.
Pas tutan bir levhada yazılı belki de
kimlik bilgilerim gel gör ki okuyan yok hatta önünden geçen birilerinin de
varlığını asla iddia edemem.
Uyuyan güneşin sıcaklığı asılı hala
odada bir de ben bazen duvardaki çivilere üç beş resim çerçevesi asıyorum elbet
içleri boş sonra da indiriyorum her birini.
Günleri bir şekilde bölüyorum işte:
günü gece ve geceyi gün bilmişken boyumu eni, başımı da dip bilmişken.
Yorgun sözcükleri çoktan uğurladım
sonsuzluğa ve acele ile alt bilincimin çekmecelerini karıştırıyorum ve elime
geçen son kullanım tarihi henüz geçmemiş hangi sözcük varsa bir bir dikiyorum
elimde kalem parmağında yüksük niyetine takılı iken imge cetveli.
Boyumu geçen duygular var belki de bu
yüzden bir ömür dalgalandım şimdilerde şahlanıyor için için sözcükler en çok da
okyanusun dibinde olmak bana güç veriyor hele ki boğulmanın kıyısından dönüp en
sefil halimle bir damla olma maruzatımı sunuyorum Tanrıya ve yeniden
çekiliyorum dipsizliğime.
Merkez-kaç kuvvetine olan hayranlığım
ve de: çocukken babamla yaptığımız minik deneyler ve sallandığım bu dönme
dolapta nasıl oluyor da tepe taklak düşmediğime şaşkınım belki de balerin dönerken
mahsur kaldığımız o kilitli koltuk ta ki avazım çıktığı kadar bağırıp da
babamın son anda fark etmesiyle lunaparktaki görevliye durdurma talimatı veren.
Hükmeden bir şeyler var illa ki
hayatımıza: bir yandan yaşama arzusu diğer yandan körüklenen ölüm korkusu hele
ki son bir senenin kabusu o illet virüs ve hali hazırda yaşıyor ve sağlıklı
olmamız bir mucizenin eseri iken.
Esir düştüğümüz bu korku aslında
dünden beri hakim olan içimin derinliklerinde illa ki ölüm endişesi bazen
yorgunluktan omuzlarımın çöktüğü yine de ayakta kalabilmek adına sığındığım bir
şeyler ve birileri ve o birileri asla da haklarını ödememin mümkün olmayacağı.
Boyutsuzlukta gidip geliyorum belki
de baldırı çıplak bir ağaç gövdesinin gölgesinde yaşamak adına güneşe çıkmak
istiyorum ve aralıksız koşmak ve maskesiz ve korkusuz o temiz havayı
ciğerlerime çekmek ve sarılmak sevdiklerime hatta kendime üstelik kendimsiz bir
hayatın özlemini duyarken ansızın haiz olduğum o farkındalık:
Ne yani, bir ben mi fazlayım bu
hayatta üstelik rüştünü ispatlamam gereken çok şey var.
Gel-git duygularım ve çizdiğim
zikzaklar.
Reddi güç kabulü güç hayallerim ve
de.
Bir de imkânsız addedilen sayısız
duygu.
Bir esaretse içimdeki dehliz.
Bir cesaret bulsam da haykırsam ya…
Elbet çığlıklarım ulaşacaktır Sağır
Sultan’ın kulağına belki de ilk ve tek tepkiyi o verecektir ve işte merkezde
saklı o sıkıntının çıkış noktası:
Tepkisiz kalan insanlarla sarılı
olduğum ömrün hala yaşanabilir bir yer olduğunu ispatlamak adına kendimi bildim
bileli çabaladığım ve heba ettiğim gençliğim.
İçimdeki yaş ve yas mı?
Kimlik bilgilerim doğru ama içimdeki
yaşın denk düştüğü hane akla zarar belki de bu yüzden donanımlı bir seyyah
olmanın verdiği coşku ile dokuyorum önümdeki boş sayfayı bir o kadar içimdeki
boşluğu sayfalarca yazı ile dolduruyorum üstelik yazgınım ne yazdığından
bihaber üstelik aldırmazken döneniyorum bir derviş gibi ve bir şekilde içimden
geçenleri ihbar ediyorum birilerine.
Birden bire de sevgiye dönüşüyor o
sessizlik elbet tepkisizliği görev edinmiş sayısız insan ve bir adım ötesi: sık
sık canımı yakanlar ve alakamın olmadığı sıfatlarla defalarca töhmet altında
kalmanı verdiği o eziyet ve ben bunu bir meziyet olarak belleyip sözcüklerle
inşa ettiğim sarayımda bir prenses edası ile s/üzülüyorum da.
Yorgunluk haddim değil çünkü tembel
olduğumu biliyorum en azından öğrencilik dışında becerebildiğim bir şey de
olmamışken hayatta yine de düşümdeki yangın sönmüyor ve içimdeki ateşi
körükleyip dokunamadığım karelere sokuluyorum ve bir ömür sığamadığım yer gök
haricinde bir konum atıyorum içimdeki çocuğa elbet el yordamı buluyor aslında
benim bana kavuşan.
Bir ritüel aslında hayat: dün ve bu
gün hatta yarın da…
Gelin gör ki bu dizgiyi coşturmak
adına umutla sebat ediyoruz yarınlara dokunmak adına ve yarına bir şekilde
ulaşıyoruz derken yarın gün hükmüne erişiyor ve yeni yarınlar dokuyoruz belki
de kendimizi kandırıyoruz gelin görün ki bir şeye bağlanmak ve güvenmek
zorundayız.
Ve işte ihmal ettiğim kim/ne varsa en
çok da umudu unuttuğum ve tükettiğim özellikle son on yılın acısını çıkarmak
adına şerh düşmekse an’a ve yarına ulaşmanın aslında bir hutbe olduğu duygusu
ile üstüne üstelik içimde kalan bunca ukdeyi gömüp Umre Ziyareti yaparcasına
yarınlarda hüküm sürmenin meali iken kıyama durduğum her yeni gün ve gece.
İlahi bir sancağı da asla elimden
bırakmazken ve düşkünlüğüm hem kadere hem kedere üstüne üstük umut etmeyi de
elden bırakmadan hele ki birilerine benzeme kaygım asla olmamışken en çok da
kendimi açmak ve aşmak adına…
Yeter ki yarınlarda sağ salim
buluşalım yeniden tüm sevdiklerimizle ve aşacağımız engeller bizi zorlayacak
olsa da umudun her nasılsa tükenmediği ve biz bunu elbet kendimize ve
birbirimize borçluyuz da…