İhtimal dâhilinde olduğunu
düşünmüyorum kuramların. Bir hipotez olma ayrıcalığına sahibim nasıl olan.
Mevsimin dişleri dökülürken,
yadsıyamam da hani: ne ölü bir iklime denk düştüğümü ne de soytarı bir hikâye
kahramanı olup önünü alamadığım yazma dürtümle sahip çıktığım dünya ve yaşama
sevinci başlığı altında mesela…
Bir açılım getirmek ne derecede
doğru, sorarım sizlere.
Kaşınması durmuş hangi yaraysa pek mi
elzem yeniden d/eşmek sonra da al başını gitsin satırlar ve ben sözüm ola yazar
kimliğimle etik bir yürek olmanın ötesinde bir çan eğrisi olmanın özrünü mü
sunacağım okuyucuya?
Yazmakla filan da ilgisi yok hani:
hem kuramların hem de üzerimizde eğreti duran giysinin. Aman yakam açık
olmasın; aman vücudun kıvrımları gözükmesin ve kim bilir yine mi yanlış
anlaşılacağım edasıyla oturduğum sandalyede biri sanki raptiye unutmuş gibi
sandalyenin yumuşak dokusunda sonra da ehemmiyet verdiğim hangi durum ve
duyguysa sil baştan telaffuz ettiklerim…
Çok oldu üzerinden zaman geçeli: siz
deyin yüz sene ben diyeyim yüz asır.
İlk gençlik yıllarımda hala bir
şeyleri gerçekleştiremediğim kaygısıyla nasıl da kariyer planları yapıyordum
sonra da psikolojide karar kılıp sözüm ona çözeceğim memleket meseleleri ki o
zamanın dokusunda her nasılsa insanlar birbirini sanki daha çok seviyordu…
Kocaman bir yanılgı işte.
Ben salınırken kampusta ve acaba
eksik ders notlarını kimden tedarik ederim diye ve sonra içime düşen o korku…
Başarısız olma ihtimalimi görmezden gelip bölümde okuyan en iyi yüksek lisans
öğrencisi olmak adına gün aşırı uyuduğum bir de uyum sağlamak adına bölüme,
sayısal öğrencisi olduğumu tamamen devreden çıkarıp aldığım eğitimin de hakkını
vermek adına koşullandığım.
Konu ne dünü deşmek ne de bir övünç
gibi o günlerden bahsetmek sadece kaygılı benliğimde depreşen her sıkıntıyı
azımsayamadığım gibi çözüm getirmek işte hayattaki boş vermişliğimize belki de
kişilik yapım kilit noktası iken ve o günden bu yana hiçbir şeyi
değiştiremediğim yetmezmiş gibi yeni sorunlar yüklendiğim.
Hayat okulu ne anlama gelir? Şunun
şurasında üç beş sene oldu hayat okulunun koridorlarında yürümeye başlayalı;
kim ne der ya da nasıl yanlış anlaşılmayı önleyeceğim gibi binlerce kaygı dolu
soruyu da asla bertaraf edemediğim.
Ve işte bıçak kemiğe nasıl da
dayandı, gibisinden bir özümseme ile kendime batırmaktan vazgeçmediğim
çuvaldızı.
Sorular…
Aslında sorunlar…
Bir de sorumlu kılındığım gerçi kim
bana bir görev tanımlaması yaptı gibisinden sayısız detayı da görmezden
gelemediğimi adım gibi biliyorum ki bizzat benim bana ağır gelen.
Dünya nüfusu üstüme gelse kimse benim
bana yaptığım dayatmayı ve zulmü asla gerçek kılamaz.
Bir görev aşığı olarak ya da
tanımlanmayan hangi pozisyonsa hayat okulunda iştigal olduğum.
Sıfatlar ve de…
Bir de sanrılar.
Ve herkesin kafasında ayrı bir resim:
neyin neyle kıyaslandığını bilmeden kendimi hep bir önceki kendimle
kıyasladığım ve kendimi aşmak iken tüm meselem.
Hal de böyle olunca dış faktörler
ikinci planda kalıyor bir de eklendi mi şahsi problemlerime ayıkla pirincin
imgelerini.
Zaten neyi doğru yaptığım da
tartışılır başkalarının gözünde hangi ben’e denk düştüğümü de kestiremezken ya
da bir başka kimlik benim boy ölçüşmek adına sorgulandığım belki de yaftalanmak
işin doğası mademki biteviye bir kıyaslama…
Gerek evlat olarak gerek bir abla
gerek bir komşu gerekse toplum kurallarına göre hangi kategoriye denk düştüğüm.
İnsan an geliyor şüpheye düşüyor
kendinden ve herkesin farklı bir tanımlaması var kendince ve herkes kendince
bir uzlaşma sunuyor iyi de ben neyi nasıl yapacağımı kimseden öğrenecek değilim
de bu saatten sonra.
Ne zamanki akademik kariyerime bir
nokta koydum sık sık da dönüp baktım geriye: farklı bir bölüm ya da başka bir
üniversitede şansım ne olurdu, diye ve kendimi suçlamaktan asla vazgeçmediğim.
Nokta’nın özrü aslında benim
bıkkınlıkla arkama bakmadan kaçtığım ve sancılı bir döneme girip bayağı sıkıntı
çektiğim: ruhen çökkünlüğüm ve arkadaşlarımın gözünde başka bir kimlikle
eşleştiğim ve beni terk eden sayısız insan…
Derken hayatı ve beynimi nadasa
aldığım takriben on yıllık bir süre ve eleğimi astığım başucumda amaçsız geçen
uzun bir süre.
Derken kalemimle tanıştığım ve epey
mücadele verdiğim bir altı sene bu da yetmezmiş gibi taviz vermeden kendimden
taviz verdiğim huzur ve mutluluk.
Yazmanın her hali.
Aşkın da her hali.
Ve kalemimle aramızdaki aşkı asla
izah edemediğim gerçeği.
Kimse yaşadıklarımı bilemez o uzun on
sene boyunca boş bir çuval gibi kendimi oradan oraya sabitleyip aklımı ve
yüreğimi sıfırladığım…
Derken hayat okulu denen mefhumla
olan tanışıklığım hele ki kendimi epey donanımlı bir insan olarak belleyip ve
insanların kale dahi almadıkları sayısız ayrıntı oysaki ben her biri için bir
ömür kafa patlatıp nasıl da kişilik profilimi sabit kılmıştım.
Yazarak gördüğüm o ki; bilinmezin
kucağında sadece bir zerreden ibaretim ve Allah sevgimin de sonsuzluğa rükû
ettiği.
Yazmanın her hali işte.
Bir de kırgınlığın haddi hesabı
yokken.
Ve yakın çevremde ne yazık ki bir
Allah’ın kulu; aferin sana kızım, demezken beni ve yazdıklarımı yok sayan
sayısız insan etrafımda olduğunu varsayıp onlarla paylaşmak adına yana yakıla
beklediğim.
Ve gereksiz bir beklentiyi gömüp kalemimle
sözlendiğimin ertesinde içimdeki Gayya kuyusunu mütemadiyen deştiğim ve
boğulmakla yaşamak arasında bir seçim yapmak zorunda kaldığım.
Boğulmak asla bu kadar zevkli
olmamıştı, dersem acaba bölüm hocalarım ne derdi? Ne de olsa psikolojinin
piriydi her biri ve ben her birine ayrı ayrı nasıl da güvenip açmıştım içimi.
Hatta artık geriye dönmeyeceğimi
söyleyip de noktaladığım o gün, bir hocamın bana sırıtarak bakıp da; emin
olmamalısın asla arayışını nihayetlendirdiğin konusunda, deyişi dün gibi
aklımda.
Neyi aradığımı ise artık biliyorum.
Kayıp bir çocuk.
Kayıp bir insan.
Yeri geldi mi insanların cinsiyetim
konusunda dahi şüpheye düştüğü şu sanal ortamda kimlik derdimin peşinde iken
ardı ardına eklenen üzüntüler.
Elbette hayatın girdapları da ayrı
bir kaos yaratmışken hayatımda.
Farklı olmaksa aslında herkes
gibiyim.
Herkes gibiysem niye kümülatif bir
yargıya varıp da bir nokta koymuyorum yeniden?
Nokta koymam gereken bir ayraç
aslında neye denk düştüğünü bilmediğim aslında kendimle yüzleşip nasıl daha iyi
bir insan ve nasıl daha iyi bir yazar olurum, sorusunu aralıksız kendime
sorduğum.
İpuçları ise fazlasıyla afakî.
Sunumu hayatın ne zaman bariz bir
harita oldu da ben mi bulamadım yolumu?
Ben mi kurtaracağım dünyayı, deme
hakkımı sonsuzluğa kadar mühürledim.
Mademki kullanmayı sevdiğim bir
beynim ve ruhum var en azından yazarak bir şeyler ifa edeyim.
An itibari ile çok farklı bir hayatım
olabilirdi, demenin ötesinde en azından gelecekte pişman olmayayım eğer ki
ansızın bir nokta koyup içimdeki koşturmaya yeniden saksı çiçeği olacağım eski
hayatıma da geri dönmemek adına.
Her halükarda bir saksı çiçeği olsam
da ne de olsa her gün bakıyorum içimdeki toprağa: bakalım bu gün ne filizlendi,
diye.
Sabrı da elden bırakmadan en azından
gerçek hayattaki saçmalıkları görmezden gelmek adına bel bağladığım kelimeler
ve bu sayede yolumun kesiştiği insanlar sanırım hayatın muhtırası yeniden
şekillendi bu günlerde.
Bir dürtü madem yazmak.
Madem sevginin tezahürü her
dokunduğumda klavyeye uçuşa geçtiğim…
Polen olmayı seviyorum ben gerçi
kendime olan alerjimle sıkı fıkı çözümlemek adına savuşturamadığım sayısız
sorunu.
Bir imla hatası da olabilirdim hani.
Ya da devrik bir cümle.
Bense yazma hakkımı kullanıyorum
üstelik içimdeki çiçeği de sulamaktan geri duramadığım.
Belki de yediveren bir gül motifi
içimde şakıyan bülbülün tek arzusu ve ben dolanmak isterken yere göğe biliyorum
ki; yüreğim de umutlarım da sonsuzluğa kanat çırpıyor yeter ki eski hayatım
uzak dursun benden…
Bir yenilgi de olabilirim hani belki
de bir yanılgı sadece iç hesaplaşmamda kendimle alıp veremediğim ne ise bilfiil
uzak durmak dünde yaptığım hatalardan da yeteri kadar başım ağrımışken…
Sizlerin başını ağrıttığım içinse
mutluyum ve bu şekilde hedefe ilerliyorum en azından bir gün sonrasının hayali
bu günden şekillenirken bir de devasa duygu dünyamda her sözcük yeni bir
duyguya yol açarken…
Mevsimin kara yüzü iken aşkın da
aydınlığı düşmüşken satırlara gönülden bağlandığım sayısız insan ve umut teknem
yalpalasa da ben her halükarda can simidime uzandığım ve sonlanmadan hayat
denen macera bir sessiz seyyah içimdeki şehirlerde dolaştığım fersah fersah…
Sevgimle.
Yazmak bir şeyleri devirmek, iliştirmek, iz bırakmak, ferahlamak...
Çok şey söylenecek var üstüne.
Tebrik ve sevgiyle.
Ne çok şey hem de ne çok...
Yazmak...bir rüya bir coşku eşsiz bir güzellik insanı kendine yakın kılan ve sevginin de izdüşümü.
Çok teşekkür ediyorum yürek dolusu.
Sevgim siiznle.
Gün seçkisini kutluyorum sevgilerimle...
Teşekkür ederim sevgili arkadaşım.
Sevgim seninle.