Düş kırıntılarını sakladım sandığımda: sanmadığım ne varsa o da saklıydı derinde.

Yüreğin hutbesi iken sevgi devrilen kadehlerde saklıydı son damlası hüznün.

O girift ve hüzünlü seyri hayatın.

Bazen müşküle düştüğüm bazense meşgule verdiğim iç sesim.

Metruk hecelerde saklıydı hayaller ve mutluluk çok uzağımda yine de elimi uzattım mı dokunacakmış gibi hissettiğim akabinde elimin boş kaldığı.

Hırpani ve yorgun yüreğin yolcuları.

Ezkaza kendime rastladığım.

Ansızın kendimden uzağa kaçtığım.

Yanılgılar saklıydı dünde belki ben de bir yanılgının eseri ya da esiri idim.

Ne de olsa emir eri olmuştum hayatın ve insanların.

Sırp Sındığı savaşı gibi sırma saçlı prensesi değildim masalların belki de ormanda saklı o kulübe: çikolatadan kapısı ve kurabiyeden çatısı.

Çıt çıkarmadan yaşadığım doğruydu adına yaşamak denirse.

Belli belirsiz bir yoldu uzanan önümde: bakmadığım falım söylüyordu bunu bana artık ne ara rüyamda görmüşsem.

Bense bir kez baş koymuşken bu yola.

Yoldan çıkan insanlar tanıdım yolumu kesen.

Yolsuz kalmış hangi meczupsa dualarımda sakladım.

İz bırakmadan yaşanmıyordu işte bir de gizin tetiklediği o kaçış yok mu.

Sözcükleri kırptım şair gibi.

Yetmedi yıldızları kırptım.

İsyanım kötüye ve zalime.

Mazlumlarsa hep saklıydı yüreğimde.

Gecenin sönmüş ferine aldanmadan sektim gecede bazen şiir oldum bazen rüzgâr.

Sokağa baktığımda ne çok insan ne çok hayat göründü gözüme.

Sokakta yaşayan kimsesiz bir adam öylesine huzurla yürüyordu ki gecenin karanlığında bu sefer aklıma şükrettim en azından neyin ne olduğunu biliyor yerinde üzülüyor yerinde gülüyordum.

Şehir gibiydim.

Issız.

Şiir gibiydim.

Anlatmaya doyamadığım.

Rüzgâr gibiydim aslında rüzgârın ta kendisi mademki yaprak dahi Allah’ın izni olmadan kıpırdamıyordu.

Hınca hınç doluydu içim:

Dünüm ve çocukluğum ve günüm.

Bir masal prensesi idim ya da değil lakin ben de kendi masalımın kahramanıydım.

Göçebe duygular yaşadığım ve göç edemediğim bir zaman aralığında kendi içime sığındığım ve kapandığım.

Bir yürüteçti belki de kalem:

Kale almadığım kadar yazmayı ve de yazdığımı bilmeden yaşadığım hayatım.

Yazgımla avunduğum.

Yazarak özgürlüğümü savunduğum sözüm ona…

Kumpanyamdı işte bana nasip olan.

Allah ne verdiyse yumulduğum ve şükrettiğim.

Bir lokma ekmek neyime yetmiyordu?

Kürediğim kadar hayatı küsmüştüm de: en çok kendime.

Türemiştim bir sözcükten.

Tünemiştim en yükseğe.

Tükendiğim kadar bu sefer tüketiyordum sözcükleri.

Mübalağasız sevip yaşadığım yalan değildi gerçi kimine göre bendim yalan olan ama ayan beyan gerçekten de öte gerekçelerim vardı sunduğum.

Bir geceyi tükettiğim tünediğim bir yazıda.

Bir şiir türettim yazılan yazgıma eş değer.

Ne çok duyguydu hamallığını yaptığım ve işte yaza yaza atıyordum sırtıma binen yükü mademki Allah dağına göre kar veriyordu…

Özlemiştim belli ki kışı ve birbirine değmeden yere düşen kar tanelerini.

Aslında ben de yağan kar gibiydim: sözcüklerim idi yalın olan ve birbiri ile barışık ve de kimseye ziyanı olmayan gerçi koca ömrü ziyan etmiştim ama…