‘’Büyük aşklar yolculuklarla başlar
ve serüvenciler düşer bu yollara ancak

Onlar ki dünyanın son umudu
soyları tükenen birer çılgındırlar

Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında
Ölümle alay ederler sanki.’’(Alıntı)

 

İğne deliğinde kuruldum tahtıma ne de olsa yanlı bir seçimdi yaşam yandığım ne ki yakardığımın yanında?

Ses etmeden büyüdüm ben büyüttüm de içimdeki incir ağacını ve kuraklıkla sınandı bedenim ve sancılı bir ilk gençlikle diktim ben irdelenesi hayallerimi.

Sözcüklerim vardı efsunlu ve bedenimdi eflatun: her açığa çıktığında yanlışlarım çürük raporu verdi bana Tanrı ve tanrısızlığın ilkelerini kuram bilenlere açtım ben ilk savaşımı.

Gençtim.

Güzel miydim peki?

Tartışılır ve isyankâr riyalarda takılı kaldı aklım bir de diş teli ile kaplanmış genç irisi düşlerim.

Sözcüklerim vardı vakur.

Aşksa ırak bizim eve ne de olsa babamın yasaklarıyla donanımlı bir karargâh idi yaşadığım.

Her güne özet geçtim.

Eve geç geldiğim her bir dakikanın hesabını verdim babama.

Aşk ne miydi?

İzahı yoktu ama…

Aşk ölümdü.

Aşk ihanetti varlığa.

Aşka düştüm genç yaşımda hatta çocuk na’şımla irdeledim hayatı en çok da aşkı merak ettim ve bilmeden sevdim ben sevinesi hayallerimi.

Ruhumdan ırak bir deryaydı özgürlük: adı batsın.

Yasak üstüne yasak.

Yasak-savar doğamla yasa muadili yasla şerh düştüm ergen yıllarıma gel gör ki hüznün de tutukluluğun da başı b/ağlanmıştı değil karşı gelmek gözlerimi kaçırmak zorundaydım babamdan.

Telaşla büyür mü insan peki?

Telaşla koşar mı ölüme?

Ölümlerden ölüm beğendim ne de olsa bu hayat bana ait değildi o halde ölme hakkımı sadece ben kullanmalıydım.

Kulvarımda tektim:

Yasak üstüne yasak.

Esefle söylenmem dahi yasak bir terimdi sonucu ise televizyon seyretmeme yasağı ve derslerim ve okul formam ve çantam.

Gizimde saklıydı aşk.

Aşkta saklıydı gizem.

Öncem yoktu sonramı da ben yok saydım.

Gerillası özgürlüğün.

Nokta atışı ile uzaklaştığım kendimden ve bedenimden.

Genç irisi derler ya: tek suçum buydu ve büyüttüm gözümde beden algısını.

İrinle yüklü anılar.

Babam, baş-komutan.

Ve yenik düştüğüm savaşlar ve cepheler.

Bir başıma kime yeterdim ki ya da yatırım amaçlı bir ganimet miydi zihnim ve alt belleğim?

Rüştümü ispatlasam bile dönmedim yolumdan.

Sevginin hicaz makamı hüznünse hacizli varlığı.

Ne bir rengim vardı ne de bir titrim.

Yasak-savar kitaplarım ve ben.

Eşkâli kayıp şehrin mısralarında kayboldum ben kendimi bildim bileli.

Dedim ya:

Demez olaydım?

Dandik bir sözcük enflasyonu ve özgürlüğümün doğduğum ilk gün itibariyle elimden alındığı.

Düşük yaptı hüviyetim ve düşendi ceplerimden hayallerim ama hayallerim bir ömür asla hız kesmedi.

Dergâhında hüznün.

Delişmen rüzgârın da uçuşturduğu saçlarım.

Kiremit rengi bir şafak her şafak saydığımda ölüme hızlıca yanaştığım.

Ölmeyi diledim kaç beden büyükse artık hayat bana.

Ölümün dilemması ile beslendim ve beden algımla yasak-savar ne varsa sahiplendim.

Küçüktüm ve aciz ve çocuk ve şaşkın ve âşık gel gör ki aşk yasaklı bir kelimeydi bizim evde ne horon teptim ne de Horasan tepelerine bayrak diktim:

Mıntıkamsa belliydi dünden:

Ev ve okul arası nerede ise on dakika ve bir dakika daha eve geç gelmemin lafı dahi edilmezdi.

Dünde kalan yasaklarım bense hala yasak-savar mahiyette yasa dışı bir iş sanmışken aşkı bu yüzden aşkı hep içimde ve tek kişilik yaşadım.

Bir giz idi benim peşime takılan ve izini sürdüğüm ömür:

Asla büyümedim bu yüzden hali hazırda annemin küçük annesiyim babamınsa ilk göz ağrısı bu yüzden ağıtlar yaktım babam göç ettiğinde bense göçmen kuşlar gibi bir yuva kurdum evlerin tepelerine.

Tepelendiğim…

Tartaklandığım.

Sakin ve mazlum ve masum ve âşık: iyi de kime?

Cürüm işlemiş olsam bile hep sevdim yanlış insanları yanlış anlamlar yüklendim ne de olsa şaşkın ve uysal ve gizemli bir ergen olmaktan çıktım yola asla da bulamadım kendimi bir ömür boyu kimin peşine takılırsam takılayım sadece toka taktım ruhuma ve saçlarıma.

Bonkör bir duyguydu mademki aşk.

Bol keseden ve uzaktan sevdiğimse aşikâr.

Yasak savdım her sevdiğimde mevzu bahis âşık olmaktan da öte ben aşka âşıktım.

Ne rengim uçuktu.

Ne de uçuk çıkmışken kalemimde.

Bense bir uçurtma avcısı kanat açtığım göğün tepelerine.

Tefe kondum.

Tav oldum.

Tensiye ettim.

Temyize gitti davam…

Bense aşikâr aşka âşık ve turuncuya döndü güneş ilk günkü sıcaklığındansa eser kalmadı.

 

‘’Onlar ki bu dünyada
kahraman olmaya mahkûmdurlar

Sislenen anılar kaldı bize onlardan
renkleri bozulup duran solgun anılar.’’(Alıntı)

 

Her düş benim misafirimdi.

Yatıya kalan aşkları büyüttüm otağımda.

Yatıya kalan özlemlerle özledim en çok da kendimi.

Öznem gizli olsa ne olmasa ne ki?

Nemalandığımdı gizem ve sırra kadem basan mutlu çocuksu yıllarım.

Çocuk kalbimde büyümeyi beceremedim ve her ne kadar annemin annesi olsam da şu son bir senedir her anlamda her minvalde ben annemin küçük annesiyim:

Ne kadın ne çocuk hatta ne de insan…

Bir biblo mahiyetinde kırılgan.

Bir biblo mahiyetinde naif ve nazik ve evhamlı.

Kırık yüreğim değil kırık kanatlarım hiç değil kırdığım potlar mı yoksa sadık kaldığım cihanın tam teşekküllü isyanında kırılgan ve kızgın da hani bazen ve büyüttüğüm kadar acılarımı ve her ne kadar annemin annesi olsam bile küçücük addedilen benliğim ve varlığım sözümün de geçmediği bir dünya ahalisi…

Benzersiz acılarımla.

Benzersiz yüreğimle.

Küçük ve kaygan ve nemli bir yürek içtimada iç sesim sevgi ise tek tüfek.

Yüksünmeden yaşadığım ve sevdiğim bir yasak-savar mahiyetinde aşkla eşleşen yolum ve işte Rabbimin Dergâhında İlahi Aşkın safında geçerken ömrüm ölümsüzlüğümü de ilan ettim her sevdiğimde ve buldum ben Rabbimi bulamazken kendimi.