Card image cap
Yandiğim kadar

Ötüşen sessizliğin yas’ını tutuyorum yorgunluğun da Kerbelası büzüşen heceler…

 

Mahlasını dün çaldılar şiirlerimin ve hüznümü de çaldılar. Yasım tam demlenmişti ki ölü iklimime göz diktiler.

 

Safsata olduğunu söylediler sonra ve varlığımla yokluğum fark etmezmiş. Mevsimin teninde bir damla ter olmaya dahi razı iken mevsimsiz kaldım ve şiirsiz ve yalnızlığımı aradı gözlerim.

 

Mağdur kılınan ya da kılınmayan.

 

Anlatmakla anlatmamak arasında kararsızım ama mademki başladım bir kez söze.

 

Sözcükler istifli yastığımın altında: gün boyu biriken hangi sözcükse eşleşen duygunun da bir ölçüt olduğu inancıyla gidip iğneliyorum yastığıma sonra da örtüyorum üzerini ben gelene kadar üşümesin ve mağdur olmasın diye. Dün bir bugün iki, azizim: tapındığım hayat değil aslında arındığım da ve ben anlama yeteneğimi tam yitirmek üzereyken, yetişiyor Rabbim.

 

Kekelediğim bilumum hece bazen ipin ucu kaçıyor bu sefer harfler de eksiliyor ruhumdan. Takozu sanırım dünün belki de güne dair bir umut azınlık bütçemle ön sözü olmaya yakın cümleler örüyorum bu sefer.

 

Yanılgı yüklüyüm.

 

Yandığım kadar da yakıyorum sayfaları.

 

Kurunun yanında yaş da yanıyor madem göz/yaşlarımı bile heba ediyorum tutuşan satırlara.

 

Günün hoş görüsü ile matemin dibini gördüğüm derken mizacıma aykırı düşen zamansız terk edenler belki de terk edilmişliğimin bir dip notu iken yazmaya durduğum.

 

Kolay olmasa gerek, dediğinizi duyar gibiyim. İşte sorun tam olarak da bu:

 

Duymak değil aslında benimki iç sesimi susturup dış sese odaklanmak ve al başına derdi ne de olsa zar zor çekiyorum kuyuda kalan azıcık suyu. Susadığıma mı yanayım susanlara mı?

 

Susayanlar varsa bölüşürüm de suyumu ve ben cümlelerimi buyur ediyorum minnet etmeden ve metin kalarak yaşamaya çalışıyorum.

 

Ablukaya alınmış sair duygu ve özgürlüğümün kısıtlandığı o anlamsızlıkla anlam olmak arasında gidip geldiğim.

 

Kümelediğim sözcükler işte başımı koyup da batan ne de olsa yastık altı yapıyorum ben tüm kürediğim sözcükleri ve onlar bana yaltaklandıkça ötenazi yapıp içimdeki neşeyi geçici olsa da sonlandırıp dikiyorum tek tek söküklerimi.

 

Kayrasında yanılgıların ve zaman aşımına uğramadığım uğratılmadığım bir rüzgâr, pekişen asaletimle addedilen hiçsizliğimle ve bir ön görü getiremediğim aslında uzlaşamadığım içimdeki yanardağ her lav püskürtüşünde çalkalanan satırlar ve miyop bir yenilgi işte gördüğüme binaen görünmediğime kani olduğum ve tüm yalnızlığımla dolduruşa gelen cümlelerim…

 

Rest çekemediğim bir evren aslında uyumsuzluğum had safhada ve muhalif olmamı gerektirecek hiçbir şey ve derken fokurdamaya başlıyor duygular.

 

Duyulmazlığımda.

 

Dönülmezliğinde yolun.

 

Su götürmez gerçekleri ben hala ne hakla gerçek dışı algılayacaksam.

 

Kaç dereden su getirdiğim tartışılmaz aslında hükümranlığında duyguların ve insanlığın, ben tek tek çentik atıyorum görev listeme.

 

Hangi sıfatla başlayacaksam artık ya da başlama atışının yapıldığını duymadan telaşla giriştiğim cümleler.

 

Uğuldayan bir ses belki de mırıldayan yoksa açlığın gurultusu mu midem yanarken, ben dünümü anarken belki de kulaklarım çınlayıp da kimin tarafından anıldığımı bilemediğim ve yeniden restleşiyorum.

 

İçimdeki mikado çöpleri: vasati kaç adetse.

 

Sol iç cebimde kalbimin gözyaşlarını çaktırmadan silip de miadı dolmuş bir şarkıyı adarken içimdeki çocuğa.

 

Börtü böcek bile isyanlarda sanırım kâinatın nutku tutuldu sonunda ve arifesinde mutluluğun bir başlangıç addedilen bilmem kaçıncı batan hüzün sandalı.

 

Su aldıkça kâğıttan kayığım…

 

Kayrasında cilveleşen yıldızlara da göz kırparken…

 

İçre dönük yüzünde görünmeyenin tininde gözle görülür bir yama aslını biçtiğim öncesini sildiğim derken hıçkıran bir mum ışığı, her hıçkırığında sönen ve her söndüğünde yeniden yaktığım sonra da oluk oluk akan bir hüzün çeşmesi…

 

Anlatmadan duramadığım ve sessizliğin de bir raconu olduğunu bilip batırdığım sesime binaen bir bir dile gelen cümleler yazın dilinde esaretinde iken ben, tüm duyulmayan ve görünmeyenin.

 

Sonrası malum.

 

Ya takılan sarkaç ya da suyu çekilmiş denize ayaklarımı tam sokacakken kapıldığım dalgalarla sürüklendiğim.

 

Sürmenaj bir gölgenin daha bakir yalnızlığında vuku bulan yine şiir dilinde asla yadsıyamayacağım bir eksiklik ve tüm artıların eksileri götürüp de sonsuzluğun resmini çizdiğim…

 

Çizebildiğim kadar ya da resmedilen o d/okunuş ile ablukaya aldığım göğün de bir kerameti elbette gökten düşen tüm elmaları dilimleyip pay ettiğim tıpkı sevgi gibi ve sevgisizliğine insanların da bir yanıt ben sükûnumla yazıp, sabrımla susarken bir nebze de olsa mutluluk dilendiğim evren imkânsızlığın safında saf tutan sefil safiyetimle…

 

Sevdiğim kadar da var hani sevgisizlikten nasiplenenlere de bir ışık olmak adına her noktayı koyduğumda içimdeki dalgalanmayı geçici olarak dindirdiğim…

 

Gerisini siz düşünün.