Yalnızlığın vardiyasında çoğaldım ben
çoğalttım da ıssızlığın sözcüklerini ve bakaya kaldığımın da müjdecisi idi
saydığım şafaklar…
Aklımın tekeri.
Aklımın kırık yamuk dümeni…
Arşı alaya çıkan elemin çatık kaşında
sahi saklıydı gün ışığı ve geceyi delen ışıldayan gözlerim…
Ah, göz göze geldim kendimle ve bir
Allah’ın kuluna minnet etmediğimin de göstergesi elbet başıma yağan nurun
huzuruna çıkıp da huzur duyduğum bu devasa aşkın İlahi açılımında yerleşmişti
bir kez Allah aşkı benliğimin her noktasına.
Üç noktalı hüzünlerden çoktan
geçmiştim.
Ne çok da kendimden geçmiş…
Geçkin düşler değildi arkasını
topladığım bilakis yeniden doğmaya muktedir bir gündü ve şafak yüreğin de
sarkacı ve sayacı iken disipline ettiğim aşkın kudreti ve uçuşan ilahiler…
Rızkımı veren.
Yaşama ritmini sunan.
Umudun da koşusunda bayrağı
taşıdığım.
Bazen devinen putlar nasıl ki muhalif
idi İlahi Aşka ve savaş açtım ben bir başıma tüm o müphem ve yalan gölgelere.
Efkârıma yenik düşmezken.
İman gücümle ayakta kaldığımın da
kanıtı iken güne Besmele ile başladığım ve bir an bile inanırken ve yaşarken
tereddüt etmediğim…
Emsalsiz gücü aşkın.
İman gücü hayatın ve şerh düştüğüm
binlerce iklimi sırtlanmışken tek iklim tek gün içerisinde bile nelere delalet.
Aşkın fıtratı hazanın sunduğu fırsat ve
kış güneşinden dahi mahrum olmuşken vardı elbet bir hikmet bu kara kışın her
santiminde.
Övündüğümdü aşk.
Öğüttümse varsın olsun hayat ya da
tarafınca öğütüldüğüm.
Öğütleri atimin ve atalarımın.
Onur duyduğumsa aşkın kıblesinde
salındığım bir dün bir bu gün bazense hüzün.
Geniş cepheli bir duvardı belki de
düne inşa ettiğim ve devasa bir alan gönül koymadığım kadar gönül verdiğimin de
ispatı.
Mevsimler yaprak dökerken.
Yapraklar dalını özlerken.
Tutunduğum tek dal bildiğim sevgimden
öte nice dala asılı kaldığım ve kökümle de zimmetli iken evrene şah damarımdan
yakın olana ta dünden sevdalandığım.
Muhalif gölgeler.
Bazense mağdur ve mağrur.
Kimliğime yağan kar taneleri ve aşkın
tecelli ettiği değil bir teselli elbet hikmeti idi Yaratanın.
Aşkın künyesine damlayan gözyaşım.
Miadı dolmayan nice yasım.
Mealim ve de.
Mecalim kalmasa da meramım saklı iken
gök kubbede.
Şerh düştüğüm günün gecesi sevap
bildiğim bir gülümsemenin geri dönümü ve aşkı şiar edindiğim ömrün bütünü…
Sevdalı nazirelerim.
Yazmaya doymadığım methiyeler ve
şiirlerim.
Yazması dünün yazgısı ömrün yankısı
belki de sessizliğimin.
Her sustuğumda mademki vardı bir
duyan.
Her yan çizdiğimde sırtımı dayadığım
çınarım dağım.
Aşkın aksi…
Yalnızlığınsa devşirdiği cübbem.
Bazen huylandığım bazen
mızmızlandığım ve bitimsiz nazım niyazımla yeter ki kabul göreyim O’nun katında
demenin de meali iken bitimsiz iyi niyetim ve iç sesim ve işte gölgelerden
acılardan arındığım bir hayatın da sönmezken meşalesi izini sürdüğüm kadar
gizini koruyan bir masal gibi bir sır gibi içimi sadece O’na açtığım asla da
refüze edildiğim nice iklim nice merdiven bir inip bir çıktığım ve belliydi
işte umudun şeceresi yoksa gün her gün doğar mıydı en güzel temenniler
eşliğinde?
Hırpani düşler yokuşu.
Geniş yürekler parkı.
Aşkınsa İlahi kıvılcımları ve her
biri yeniden doğmanın eşiğinde salınırken inancın beşiğinde asla da hoyrat
değildi esen rüzgâr…
Ve bizler aşkla düşmüşken yola…
Ve bizler hayatı aşkla telaffuz
ederken…
Vardı da elbet bir hikmeti yarınların
güne uyarladığımız nice masaldan da öte bir yoldu işte bizi bekleyen bilinmezin
ve kaderin izinde kutsanmış bir sevgiden ve inançtan da yok iken ötesi…
Teşekkür ederim