Card image cap
Türki̇ye sevdalisi

S/oluksuz kaldığımızın mahsulüdür peşinen yanan evren belki de kürediğimiz minvaldedir d/okunaklı hayatların, basireti bağlanmış şiirlere yoldaş olduğu.

 

Cübbesi yorgun bir şiirin mezarını kazıyorum belki de içmediğim iksirin şerrindendir yaka silktiğim sonra da coşkumu kanatan bazı bazı şehir efsaneleri.

 

Mintanı yok ki duyguların ve saflığın da manzumesi gecenin hizaya getirdiği o körüklü nefisler.

 

Şüheda düşlerin mimarı madem gece, acılara yol vermeyi unutan sefil bir sema mıdır peşinde düştüğümüz aşkların cafcaflı saltanatı ve peyderpey gözden düştüğümüz…

 

İhbar ettiğimiz bir cenk belli ki ve sefasını sürmekle ömrün bir de türkü tutturduğumuz satır araları.

 

Şehrin kozasında yerleşen kuşlar ve yolunu kaybetmiş martılar ulu orta sözleniyor yorgun mavinin çıtasını yükseltip da ermekle nihayete son bulacağını sandığımız acılar oysaki daha çok var hidayetin basamaklarını tırmanmaya ve daha çok var bakracın içine dolup da taşacak yaşların rahmete dönüşmesine.

 

Peşin hükümlü nice vecize ve ıslık çalan kuşlar hani neredeyse dile gelip insanları tuş edip de hâkimi olacaklar doğanın.

 

Düş gücüne galip gelen ne ise sağanak öncesi sağaltıyor da düşleri ve pekişen arzular pembeleşen yanaklarına şairin benekler armağan ediyor belki de uçuç böceğine nispet yapan bir dokunuştur, albenisi olan hangi düşse gerçeğe çalım atan ve az sonranın da mizansenidir akıldan geçen.

 

Akla zarar kimi zaman zihnini okumakla canını okumak arasında gidip gelen arzular bir de müptelası olduğumuz güzellikler kimi zaman beti benzi atmış duygulara rahmet okuyor ve bitimsiz bir çalımla arzı endam ediyor yüreğin istilacısı hangi gök gözlü şairse şiirden sarındığı şalına ortak ediyor hoyrat rüzgârı.

 

Uçuşan saçlarımda mademki şehri misafir ediyorum eziyet çekmek de çok olası ne zamanki hızına yetişemesem sevdanın ve sevdalı beyitlerin.

 

Trampetler çalan doğa ve düş mahkûmları ki her satırda bir yatır hizmet ediyor insanlığa ve görünmezliğin minvalinde yorgun notlar zil çalıyor kırık tuşlarına tutunup da antika piyanonun kök söktürüyor kimi zaman mazinin askerlerine.

 

Şehir üşüyor.

 

Şair de.

 

Ölüm kükrüyor.

 

Nidaları kayıp oysa masalların ve masal kahramanlarının ve esrarlı sevdalar uçuşuyor havada öyle ki kazan kaldıran aşk meleği pürü pak yüreklerin teneffüs ettiği özlemle sırdaş birliktelikler muştuluyor.

 

Öğün arası acılar.

 

Acı arası g/öğün iç çeken suskunluğu.

 

 

Şehre misafir gelen bir yabancı gibi kimi zaman şair ve hutbelere serilmiş hece hece belki de kayrasında muhafaza ettiği yenilgisine de sırdaş bir resim her rengin kendine has dokusunda kabul gören de bir nota ışıkları yanıp sönen göğün kat kat sürdüğü boyalar dökülüyor şehirli kadının yüzünden ve pembe yanaklarında dolunay saklı sevdalı Anadolu kadınının tıpkı türkü gibi çağlayan tıpkı Türkiye’m gibi her güzel yürekli insanı kucaklayan.

 

Şehirse, kaçan yüreğinden şairin elbette şehrin ışıklarına eşlik eden güzel ülkemin de utkunda ve ufkunda saklı iken türküler ve dalgalanan bayrağım ki bayram gelmiş bir kez dercesine acıyı da mutluluğu da pay eden güzel insanlar sayesinde yol alıyor ülkülerimiz ve muradı dillenen her Türk’ün de coşkusu yalnızlığına kefen biçen bir şiiri sonlandırıp coşkuyla ve sevgiyle yola düşmüş her Türkiye sevdalısı.

 

Kıtalar aşınıyor ve şiirler perçinliyor bitimsiz aşkı ve vatan sevdasına eşlik eden dualar ve göğün kanatlarında şakıyan beyaz güvercin.

 

Eğer ki şiirsem.

 

Eğer ki şehrine âşık bir şairsem ve ülkesine sevdalı…

 

Eğer ki hürsem ve dününü milat bilen.

 

Elbette vatan aşkımızın şerefine yola düştüğümüz ve dualarımızı da eksik etmeden yüreklere kazıdığımız her zafer; her beyit ve her aşk dolu manzume…

 

Şiirin şafağında açan bir gonca ve yüreğin paravanası iken özlem dününü unutmadan yarınına çoktan sahip çıkmış bir inanç eşliğinde büyüyen günden güne.