Rengimin çığlığında saklıyım şavkında anıların peşimde esen delişmen rüzgârın hatırına içime sağanağım sadık kaldığım o münferit ve tek hece aşkın ümmeti sözcüklerin reçinesi içimi bastıran yüreğimi yeniden başlatan bir tümcenin arayışında…

Sökün edenim, yalnızlığın kırsalında saklı bir tohum misali.

Meşk eyleyenim hücum botlarından ruhuma yaklaşan kurşunların dinamitlerin efkârını ayağımın altında ezilen mayın tarlası.

Ekber’i evrenin çığ misali büyür de büyür imgelerim sözcükler hoş beş etmezken azınlıkta saklı bir kayalık misali çırpındıkça sudan çıkan balıklar ve işte batılı aşkın atılı mısraların bir ederim var ya da yok recim edilenim.

Dünümle sakit.

Güdümle bıçkın.

Hicretimle bir b/aşka meylettiğim kırağı çalan zamana verip veriştirdiğimden de fazla kıymet bilmezlerin soktuğu nifakta arz edenim talep bulmasam bile tevazu sahibi yüklemlerin ruhumdan firarı ile saklı bir özne olsam ne ki g/izlendiğim sözcüklerin boyutsuzluğunda aslına rücu edenim.

Zarar ziyandayım yine bir o kadar akla ziyan akça teninde yaşıyorum bulutların belki de bir akasya ağacıyım haizi olduğum kökümü derinden söküp başka bir yerlere dikme arzusu ile dopdolu.

Tayin etmem gereken yeni bir rotanın da arayışında ve nokta kadar değeri de yok iken insanın başkalarının gözünde ve bir güç arayışı tükenen gücünü yeniden bahşetsin diye Yaratan güç bela yaşamın ilk ve son provası akla hezimet yükleyen sancılı oluşumların peşine takıldığı.

Duyumsamakla düşünmek arasında bir yerlerdeyiz teyakkuzda değil artık varlığım; hatırşinas sözcüklerin beni terk ettiği bir eklem yerinde hüznün acıya bağdaş kuran bir denklem gibi beklemeye aldığım iç sesim.

Tebessüm ekili bir tarh.

Tahakkuk etmesi an meselesi bir terk ediliş.

Kendimi terk etmeye dünden razı olsam bile ölüm korkusunun sarpa sardığım bir sandıkta saklı yaralı havlular yamalı bir hayal yâd edilesi dünden güne uzanan bir köprü sizi sevmekle öldürmek arasında bir duyguyu telaffuz edenler bir ekin tarlası bir ekim hasadı ekilesi dostlar eksilen zaman.

Zamlı tarifesi ve de hayatın ve eşkâli kayıp bir günce gündemden düşmeyen hayat pahalılığı ve ucuz hayatlar ucuz bir romandan sökün eden kahramanlar oysaki sizsiniz başrolüne hayatın sızlayan yüreğin sazı sözü eksik çalgısı çengisi yitik ve işte bir Çingene kadın bakarken falınıza dümen kıran kaptan ve şehla dalgalar menfi müspet söylemler ve aklımdan bir bir geçenler de…

Dile gelmesin diye imtina ettiğim ve geçtiğim bir sınav binlerce şık oysaki sınavın sonucu baştan belli…

Patikası aşkın.

Pazen sevdalılar.

Yünden bir hırka gün yüzü görmeye meyyal bir arayış bir farkındalık bir de kelamın yittiği selamın söndüğü acının inhisarında kolluk kuvveti iken duygular.

Ne mealim var artık ne meramım ne de merakım.

Yitenlerin ardından su döküyorum yollara ve tüm yollar kendime çıkıyor; kendimi kendimden men ettiğim kibar bir hırsızım ben ama sadece kendimden çalan yutağı kelimelerin ve pejmürde imgelere ümit bağladığım seferisi hüznün şeffaf yüreğimin de güncesi.

Alı al moru mor bir sabah.

Nakşeden rüzgâr.

Nazenin sevdam.

Cama çarpan ve de sokak arasını mesken tutmuş şaşkın martılar ve ben onları bisküvi ile beslerken seviyorum da yemediğim kahvaltımı onlara sunmayı onlar ise benden sevgilerini esirgemeyen yaralı kuşları yamalı mevsimin çalınmış bahtında sönmüş ferinde bir gizil misali bir buz dağı bir sarkıt bir ağaç kovuğu kalemimse sür-git heceleri gagalayan ve işte kalem-kakan yüreğimden firar ettiği kadar yorgun sözcükler yontuyorum kalemi delicesine büyütürken de insanları gözümde.

Sabıkalı iken de insan bir kere aşktan ve Şems’in rüzgârında şemsiye açıyorum Mevlana’ya sükût dilendiğim evrenden sebepsiz dayaklar yiyorum kalemin gündemi aşkın gücü bana yeterken ah, sararmış bir sayfaya seriyorum kendimi tanıdık simasında hüznün kök saldığım korkuların izahını getiremezken aklıma sancılanıyorum mana âleminde maddi bir getirisi asla olmayan yazma eylemimde sadece kendime yükleniyorum öykündüğüm kadar da önceki kendime.

Kibar Feyzo.

Nazenin yürek.

Ağdalı hüzün.

Azadesi göğün.

Embesil değil ebabil hiç değil; eylemleri kayıp neslin evhamlı sesinde yaşamın bir kırağı iken yüreği üşüten bir de güneşe tutulmuşken mehtap ve işte hayata tutamağım iken sevgim ve sözcüklerim ve umudun peşinde tayin ediliyorum adeta bir başka bedene.

Kırık dökük nidalar.

Kırgın mizacım.

Kır saçları gecenin.

Kılkuyruk imgeler.

Kırsalı yüreğin.

Sırdaş sözcükler.

Kaç bayt ise kalan ömrüm.

Kaç bilinmedik denkleme denk düştüğümü sadece Tanrı bilirken.

Tanısız bir ilhamda tınısız bir sevdada.

Tıklatan camı.

Titreyen sesim.

Tininde aşkın.

Titrim iken varsa yoksa sevgi.

Tınlamayan.

Tıkırdayan iç sesim.

Dimağım.

İdam fermanım.

İdam sehpam.

Sehpada serili sözcükler ve kimlik bilgilerim.

Oysaki ben ne sadece sözcüklerden ne de sadece rakamlardan ibaretim.

Taşkınlara mahal veren bir asaletle sessize almışken iç sesimi günlerdir ve gümbürdeyen kalbime de nazar etmesin diye insanlar ve ben sessizce ve derinden yaşadığım sevdiğim kadar azar azar eksilen ömürden ömür gitse bile azadesi aşkın kimse nifak sokan ve ummanlara denk düşen duygularımı tayin eden mademki evren ve Tanrı…

Yüreğimin sol anahtarı ile de tüm ama tüm kapıları açmaya aday ve istekliyim bu yüzden bahşedilen bu yüce sevgiyi ve kalbimi altın tepside sunuyorum kâinata ısrarla sevdiğim ve inandığım kadar da mutlu ve huzurlu bazen ölümle kesişen yolumdan da sapmadığım kadar sahibesi olduğum yaşama sevincime ve yazma aşkıma ket vurulsa bile kat çıkıyorum illa ki hayata ve kat izinde renklerin ve duyguların bir solup bir açıyorum yediveren güllerinden hallice Yeditepeli şehre duyduğum aşkın minvalinde çökertme oynayan bulutlara asıldığım kadar da askıdaki umudu seriyorum boca ediyorum ayaklarının altına hayallerimin ve hayal gücümden firar etti edecek iken ruhum damgamı vuruyorum geçen zamana ve geçkin şarkılarla geçinebildiğim kadar da içimdeki hüzünle karıyorum önümü kandığım ve de kanadığım insanların uğruna değil uğurum iken aşk ummanlara denk düşmenin verdiği huzurla uyanıyorum yeni güne yeni hayallere ve de…