Düşlerim vardı bir zamanlar terk edilmişliğin şehrinde saklı…

 

 

 

 

Sükûtu dillendiren bir vaveyla

Mil çekilmiş gözlerinden firar eden binlerce yanılgı

Yiten günün nezdinde

Solan mevsimin hükmünde

Bir başkaldırı şiir bir vazgeçiş

Bir imladan çıkıp yola imha edemediğim kadar nefreti

Buğrası zamanın terli teninde ölüm meleğinin

Başını yerden yere vuran bir tecelli

Aşkın hanesinde.

 

Sözcüklerin zümresinden

Firar eden gönülsüz bir sevda

Aşkın hatırına sever gibi yapanlardan yana değil elbet yüreğim

Serveti yaşamın

Sehven yenik düşen bir yaprak gibi

Savrulası nidalar saklı derinde

Bazen bir suret bazen bir sure

İyi gelen yüreğe elbet sevginin fıtratı.

 

Günbegün eksilen bir şeyler var

Ansızın doğup batan

Ar bildiğim arı yüreğim

Ant içtiğim bir anıt mezar adeta kalemle diktiğim

Zühre Yıldızı gök kubbenin

Meali ölüm bile olsa şiirdir tek servetim

Kaçkın mizaçlı şehir

Bilinmezin tininde raks eden şiir

İlahi Vasfı kâinatın

Kaybolmakla bulmak arasında saklı binlerce satır.

 

Hülyaların şehri iken aşk

Aşkın kıblesinde yaşamakla eş değer

Verilen fetvası ömrün

Hali hazırda altına imzamı attığım ölümlü döngünün

Sureti kati umurunda olmadığımı bilsem de insanların

Bazen mil çekilmiş bir göz

Bazen pimi çekilmiş yürek

Batılı gizin endamı yitimin

Gökten yere uzanan o el ki:

Metruk hecelerin ışığının yanıp söndüğü

Bir dehlizde sürüklenen nazı niyazı

Üstü örtülü gölgelerin en büyük hazzı

Dedim ya: terk edilmişliğin başşehridir kalemin yazgısı.

 

Ertelenmiş bir mutluluk

Diskalifiye edilse ne ki attığım her nutuk?

Ufkun tecelli ettiği o zemin ki

Kâh yüksek kâh alçak duygular

Yerde arayıp gökte bulanlardan yanadır yaralar

Yad edilesi bir dünün öyküsü

Gün mizaçlı dokunulmazlığın da yıkılmazken kalesi

Kardıkça zemini

Önünü alamadığım kâh coşku kâh sevgi

Sözcükler ve kalemse, sonsuzluğun yankısı yargısı yazgısı…