
Tek kurtaricim si̇zsi̇ni̇z
‘’Yaşamla ve ölümle hesaplaşmak için
yazıyorum.’’(Tezer Özlü)
Bıçkın ruhuma taziyelerimi sunuyorum
ve bir bardak suda kopan öncemin fırtınalarına banıyorum duygularımı ve
sözcüklerden kasıt aslında kendime olan yakınlığım bir o kadar mesafem bu
anlamda yazarak var olduğuma dair bir inanç geliştirdim sadece son sekiz
senemde yazıyor olmam elbet benim için bir mucize iken.
Hırpalanmış bir dünya ve de tezat
iklimler elbet rotam da notam da ara ara sapsa bile tali yollara rüzgârdan
nasiplenip illa ki doğrultuyorum ruhumu ve bedensiz günlerin özlemini kuruyorum
yine de hayat hep yaşamaya değmedi mi?
Yalancısıyım ruhumun ve bazen denk
düştüğüm izleklerde hiçliğime kani varlığımla takışıyorum bu sefer gelin görün
ki dış ses ve tüm efektler söz birliği etmişçesine yorgunluğuma yorgunluk
katıyor…
İkiye b/öldüğüm bir hayat tam da
ortasından üstelik:
İlk yarım dilimde mantığımla bağdaş
kurduğum kasvetli duvarlardan kaçışımı müjdelerken girdiğim sayısız iş ortamı.
Küflü nefesi varlığın çünkü asılsız
ihbarlarla kendimi yok saymıştım ve duygularımın kütürdediği bir evren değildi
beni çevreleyen bilakis zihnimle dönendiğim ve meşakkatli dönemeçlerde birileri
illa ki buyuruyordu ve ben düşünmeksizin itaat ediyordum.
Kapıp da koyuverdiğim kendim çünkü
kült bir rüzgârdı beni m/imleyen daha doğrusu hayatın hatırına değil birileri
istiyor diye çıkmıştım yola.
Tasnif edebileceğim duygularıma geçiş
hakkı tanımadığım ve mantığımla yol aldığım oysaki kendimi tüketiyordum ve
gençliğimi ve doğaüstü coşkumu.
Sönen bir yıldızdım ben elbet
kasvetli duvarlar değildi üstüme üstüme gelen çünkü bir kez ismim zabıtlara
geçmişti:
Rezidansların konforlu ve ihtişamlı
varlığı asla ait olamayacağım bir dünya ve iş hayatını cennete dönüştürme çaba
ve kaygılarım elbet şapa oturan yine bendim.
İlintili dahi olmayacağım bir
karambole düşmüşken ve kayıtlı ismim dopingli korkularını yok sayan çetrefilli
bir ortam daha doğrusu nice ortam.
Reflekslerim devre dışıydı ve öfkem
yoktu çünkü ben sönük ve soluk bir ışıktım ve aşık olacağım kadın ve adamlar
yoktu çevremde ve ben safça bir aşka düşmüştüm:
Mesleğime aşıktım.
Karşılıksız bir aşk.
Denemediğim hangi meslekler vardı
peki beni bekleyen?
Ben neyi mi bekliyordum?
Yeryüzünde bir cennete düşmeyi
beklerken cehennem azabı yaşamakla geçti işte tüm ömrüm.
Arayışın nüvesiydi bilgi.
Bildiğimi bilmeyi reddettiğim bu
yüzden bilgiye olan açlığımı hiçbir iş ya da banka ortamı dindirmedi.
Sobelenmiştim bir kez.
Bitimsiz bir arayış: kapılardan geri
döndüğüm.
Bu sefer kendi cennetimi inşa ettim
ve o kapıyı sadece kendime açtım ve kaçkın aklımla sığındığım bir dünyayı
nihayetinde ufacık bir hapishaneye döndürdüm ki avlusu dahi olmayan zaten volta
atmak gibi bir istirhamım da olmamıştı o dönem.
Başımın uğultusu dinmek bilmezken
sönen coşkum ve kendimi diri diri gömdüğüm…
Birileri, öl, emri vermişti işte
aslında içimdeki yabancıya kanmıştım ben sonra da onu yok saymak adına başka
bir sapağa saptım.
Kafka’nın mevcudiyeti ile ruhumu
sarıp sarmaladım bilinmez bir anda ona denk düşüp belki de yıllar öncesinde
yaşamış Kafka’nın ruhuna özenmiştim bir ömür üstelik bilip bilmeden.
Sakıncalar.
Sebep-sonuç ilişkileri.
Rakımı olmayan bir dağ ya da tepeydim
işte ve kimse tepeye tırmanamayacaktı benim iznim olmaksızın.
Ama insanlara duyduğum açlık…
Bir o kadar yalnızlığın beni imha ve
de ihya ettiği…
‘’Yalnızlık, bana hiçbir an
eksilmeyen güç veriyor.’’(Kafka)
Rengi kayıp bir günden taşan
sözcükler aslında haftanın sekizinci günü ve yirmi beşinci saatinde günün içime
yığdırdığım tekerlemeler ve fırlayıp giden bir tekerlek yüzünden illa ki her
şeye her insana geç kaldığım.
Düşkünlüğüm sadece yarına ama yarım
kalan dünlerden de bir bütüne erişemediğim ve nice yarım hikâyem ve yarım
cümlelerim belki de çeyrek altından kıymetliydi varlığım ama değerimi ne
bilmiştim ne de bilmişti insanlar.
Ruhumun yalancısıyım ne de olsa
sayısız kapı açılmıştı öncemde ve düşünmeksizin geçmiştim tüm o kapılardan ta
ki öfkeyle tüm kapıları çarpıp kendimi hayattan ve tüm insanlardan soyutlamaya
karar verdiğimi bir şekilde duyuruyordum elbet özeti sadece ama öznesi hep
özlem olan elbet kendime duyduğum özlemi kendimden nefret edip giderdiğim ta
ki…
Mizacımın uyruğu hep hüzün.
Hüzün temalı şarkılar ve şiirler.
Ruhum elbet müdavimi hüznün ama her
nasılsa kendimi mutlu edebildiğim ufacık detaylar da yok değil hani ve tüm
derdim kendimle iken bir ömür dışında kaldığım hayattan bana uzananlar ve zarar
verenlerin de hala saklı olmasıyla elbet derdim ikiye katlandı.
Bildiğim de şu ki; bu dünya hep beni
reddedecek üstelik bir gölge olmam bile onların gözünde beni kötü yapıyor ama
içlendiğim hiçbir şey ya da hiç kimse olmamalı her ne kadar dışlansam da: belki
kendimi dışlayan sadece ben iken ve her nasılsa sevgi iken benim tek kurtarıcım
ve kapı aralığından baktığım dünyada sevebilmeyi başardığım insanlar sayesinde
azıcık da olsa tutunuyorum hayata ve kalemin coşkusu ya da sönük varlığı ile
aşabildiğim çok şey oldu hele ki aşılması gereken tek engel yine ben iken bilip
bilmeden yaşıyor ve yazıyorum elbet herkes gibi olmayı çoktan reddetmişken…
Bu bağlamda; tek kurtarıcım siz,
okuyucularımsınız.
Hani olur da bir gün rastlarım
kendime ve rastlarım kendim gibi birilerine ama bilin ki yazarken ve hayal
kurarken nerede ise sınır tanımıyorum ve sınırlarımın ihlal edilmesine bir ömür
izin vermemişken sınırsız bir özlem ve sevgi ile yazıyorum ve sizler, her
biriniz içimde saklı ve coşkuma eşlik ederken nasıl yadsırım varlığınızı kendi
varlığımı bir ömür yadsımış olsam da ve yâdsınmış olsam da sayısız kere…