Card image cap
Sözcükler beni̇m ülkem ülkemse tek aşkim

‘’Bu büyük satranç oyununda yerim yok benim; oyunun kurallarını hiçe sayarak; oyunu altüst ederek gözümü kraliçeye dikmişim! Şahın yerine geçmek istiyorum belki.’’ (Kafka)

 

Bir kırlangıcın kanadına tutundum; tutuklu kaldığım hücremden firar etme zorunluluğumla üstüm başım pejmürde fırladım sokağa.

Sahi, hangi mevsimdeydik, Kafka ve hangi yüzyıl?

Cümlelerim söğüt dalı gibi; yüreğimse çilek reçeli oysaki öykündüğüm ne bir dal ne de bir tabak varsa yoksa içime kapandığımdan beri gözetlendiğim hissiyle geceyi zor ettiğim.

Bir düş sihirbazıyım ben belki de mezarlığın yerlisi ve sözcükler ekip biçtiklerimle geçinip gidiyorum hele ki cüzdanımda sahip olduğum bozukluklar çoktan aramı bozmuşken hayatla.

Yüküm çok ağır ne de olsa ağıtlar yakıyorum kitaplara ve kitaplarım hafif kılıyor ruhumu belki de kaftanı yüreğin ve demirden gövdem elbet pencerenin pervazında dünden kalan kurşunlar artık ne ara saldırıya uğradımsa…

Bir değişimin arifesindeyim elbet hayallerimle bayram sabahına uyanıyorum her yeni gün ve içimde kıvılcımlar yüzümde tebessüm şerh düşüyorum yeryüzüne belki de karşı kilisede vaftiz edilen bir bebek gibi masum akabinde yüreğimde dualar kulağım ezanda ve işte yeniden düş gücümle örüyorum insanlığımı ve insanları ayırt etmeden yaşamanın gücüyle koşuyorum Rabbime.

Ya, öncesi?

Koştuğum kabrim ve müfreze sevinçlerim ve koyu gölgeler öncemde farkındalık yaratıp de kendimi kendime düşman bildiğim.

Kor bir heves.

Kör noktası ela düşlerin.

Közünde saklı bir umut gibi.

Gez, göz ve arpacık ve işte idmanlı bedenimle bir asker disiplini ile yeniden koşuyorum ve açık ara farkı sıfıra indirgeyip boğazına sarılıyorum düşmanların.

Benlik derdim yok.

Biz olmanın meali iken içimdeki yangın git gide büyüyor ve Türklüğümle gurur duyup tüm hürriyetimle sakınmadan da gözümü ve ölü nefsime de şut çekip…

Sözcükler benim ülkem.

Ülkemse tek aşkım.

Aşkın öncüsü iken İlahi bir sır elbet aşkın müdavimi yüreğim ve inancımla saf tuttuğum o mümin iklim.

Her sözcük benim yorganım ve her ülkü ülkeme adadığım…

Ayrı coğrafyalarda farklı asırlarda ve farklı yıllarda yaşayan göçebe kuşlar yoksa g/öç mevsimi mi?

Elbet kimse nifak sokan.

Kimse zulmün erbabı.

Kimse tek geçen kimse kötülüğü ve düşmanlığı sek içen…

Yorgun kuşaklar.

Yorgun topraklar.

Kanlı canlı bedenimle kah kuş olup uçtuğum; kah yok olup varlığını tırtıkladığım hayallerim…

Tebessümler doğuran güneş ve işte düştüğüm yerdeyim ve daha da aşağısı olmadığının bilinci ile set çekiyorum sıkıntılarla arama aslında saf varlığıma muzip bir buse bahşeden evrenle aram nasıl iyi ki ve işte çöktüğüm yerden kalkıyorum artık daha eminim kendimden ve çok geç olmadan ulaşacağım hedefime.

Günün tanıklığı ve hayatın kaygan zemini.

İşgal eden neyse ruhumu ifşa etmekse özrümü elbet saklı tuttuğum özümle sözümle bir olmanın verdiği o kıvanç.

‘’Düşünlerimde, açıklamalarımda özdenim, yalansızım. Ve korkuyorum, Milena.’’ (Kafka)

Mutluluğun ta kendisi…

Özdeşim yüklü bir arayış ve kımıltıları yavru kuşun.

Perdenin uçtuğu çalışma odam saçlarımda hür kelebekler ölüm kaygısı da gütmeden seni bana taşıyor yıllar öncesinden ve ben ruhumla t/aşkın mecrası olmanın verdiği umutla daha çok sevebildiğimi günbegün ispatlıyorum kendime.

Ne yol yorgunuyum ne de hayatın bir alt kümesi ya da fonksiyonu çünkü hayatın ta kendisiyim, Kafka ve aşkın da ibaresi.

Kütlem.

Her hücrem.

Vebali ömrün.

Kayıtlara geçsin diye fosforlu kalemle altını çizdiğim güncem oysaki ne yazdım ben bugüne kadar ya da yazmanın dışında okumakla neleri mi öğrenmedim?

Yangınım aralıksız hizmet etmekte yüreğimin de Araf’ta kaldığı bir satır ve ölüm arasında gidip gelen bir sarkaç işte ve salındığım yeknesak bir tünel hele ki ışık, diye diye kendimden geçtiğim ve sen bana ışık tutarken ruhumun tutuştuğu ve acıların uçuştuğu.

Zamansız bir aşk bizimki.

Mekânı olmayan bir beden.

Seyyah ruhumla kolaylıkla gidip geldiğim devasa evren.

Ne kuyrukta beklediğim ne vize peşinde koştuğum ne de yakalamam gereken uçağın ya da otobüsün rötarı…

Rötarlı olan sadece benim, Kafka.

Bilinmedik bir zamanda ve mekânda karşılaştığımız ve sayıların değil duyguların kat izi iken hayat ve bitmeyen yaşama sevincim ki…

Kayboluyorum da hani zaman zaman.

Kaybediyorum umudumu en başta kendimi.

Ve sanıyorum ki; kendimi sevmenin tek yoludur kendimi disipline etmek hani neredeyse aralıksız idman yaptığım aralıksız yazıp konuştuğum ve tek lokma yemeden yaşamanın mümkün olabildiğine kendimi bir ömür inandırdığım.

Elbet uyumadan yaşamanın da mümkün olabildiğini bilfiil ispatladığım üniversite yıllarım hani terim yerindeyse aralıksız gözümü kırpmadan geçen koca dört yıl.

Yalanım yok.

Rötarım var lakin.

Sevgiyle özdeş bir yürekte kendime neden yer bulamadığım…

Sevginin sarmalında anlamadığım şu ki; insanlar severken ve yaşarken nasıl bu kadar bencil olabilmekte.

Üstelik aralıksız bölünen aralıksız ruhların birbiriyle çeliştiği bir de gizli özneler…

Hele ki kadınsan ya da çocuk ya da başka bir ırk ya da din veya dil…

Çocukluğum hep hatırımda ve onca farklı din mensubu sayısız komşumuzla gül gibi geçinip gittiğimiz.

Aşkın da acının da ırkı yok işte elbet kalemin de gerçi senin Yahudi olman ve ben Müslümanlığımla gurur duyarken biliyorum da sevgi de acı da farklılık gözetmez.

Kimse anahtar deliğinden gözleyen ya da duvarların da kulağı varken ve işte sonsuzluğun huzuruna büründüğüm en mutlu saatlerim ve saadet bildiğim bu duygu patlamasında evrim geçirip kalemle bütünleştiğim ve sayısız insanla özdeşleşip bir o kadar farklı dünyalardan aldığım ilham sayesinde yaşama sevincime ivme kazandıran bir coşku iken tutuklusu olduğum yazmanın büyüsü.

Sevgiden mütevellit elbet ilk sırada ve sevgiyle harmanladığım hayat hikâyem ve kurduğum sayısız hayali iyi kötü gerçek kılıp sonra da hiçbir şey olmamış gibi pes ettiğim derken başka hayallere kucak açtığım ve aşklara üstelik öznesi ve nesnesi olmayan aşklar tutuklu kaldığım hatta hiç görmeden hiç tanımadan sevebilmenin de mümkün olduğunu evren bana defalarca ispatlamışken.

Acılarının rüştü, Kafka ve tümünün rüştünü mademki ispatladın ve işte başka bir boyuttan sana ulaşabildiğim aslında yazma serüvenimle keşfettiğim bunca dünyanın arasında bilfiil kendime yarattığım devasa bir dünya elbet her gün başka düşlerin peşinde konakladığım ve günbegün içimdeki çocuğu daha da mutlu edebildiğim.

Her sözcük kendi kaleminden asılırmış meğer oysaki bir ömür tek bildiğimdi her koyunun kendi bacağından asıldığı lakin ne kadar uysal da olsam uyumsuzluğumla baş edemediğim kadar dünyaya da uymak zorunda hissetmediğim içindir her gün getirdiğim sayısız yeni açılım üstelik aşk da umut da coşku da zaman, mekan tanımazken hatta ölümü bile tek geçtiğim ve ölü bedenin değilken şerh düştüğüm ve askıda kalan ruhuna atıfta bulunduğum ve ruhumdan senin ruhuna akabinde sayısız insanın da yüreğine uzanan köprüler inşa edebildiğim…

Farklılığımın farkındayım üstelik öncemde de farklı olduğumu bir şekilde yüzüme vuranlar olsun arkamdan konuşanlar olsun ben zaten kendimle geliştirdiğim bu farklı iletişim sayesinde yaşama sevincime sahip çıkmanın verdiği hoş görü ve huzur ile inancımda da atılımlar yapabildiğimi en başta kendime kanıtlamışken…

Sevebildiğimden de fazlası kotamın da asla dolmadığı elbet yüce Yaradan müsaade ettiği sürece ve elimden gelenin fazlasını yapmayı şükür bildiğim ve helali hoş olsun, demenin de muadilidir hani sahip olduğum bu aydınlık hele ki dipsiz karanlığı dahi delebilen gözlerimin feri ile de tüm evreni aydınlık kılan bir sevgi ve iyi niyet ile yoluma kaldığım yerden devam ederken…