Mevsimlerden nidalar topladım ve
nefsime hizmet etmemek adına verdiğim mücadeleden yenik çıktım.
Bir harfin daha ihlali:
Ha kader ha keder.
Derin bir özlem değil duyumsadığım
sadece dışa dönük olmayan bir varlığın içre yolculuğunda yenik düştüğü.
Bir vaveyla.
Bir fısıltı ya da.
Belki de sessizlik bıçkın rüzgârın
sırtına geçirdiği.
Bir melodi bir lal nota ve işte aşkın
aksayan ayak sesi.
Aşikâr aşklardan geride kalan
süzülmüş sözcükler:
Derdest olmuş ömrün son bestesi
hicran yüklü iç çekişler.
Dolan miadı ömrün, depreşen hüzün ve
çengele takılı kalmış aşkın ihalesi çorap söküğü gibi ardı arkası kesilmeyen
yenilgiler.
Kimlik radarımda takılı kalem ve
kalemin nidalarına sessiz kalan evren.
Huzur yeknesak bir yükümlülük asla
var olmamış var olmayacak da ve işte kalemin yazarın bacağına sıktığı o tek
kurşun da değil hicrana eşlik eden ve dünde kalan hatıraların yosun tutmuş
zaferleri…
Hayat kısa addedilen kalemse
sonsuzluğa selam çakan ve çakma şiirlerin lügatinden sökün eden imgeler adeta
bahar yorgunluğu addedilen oysaki güzün gecikmeli ve zamlı tarifesi…
Bir isyansa yazarın bastıramadığı.
Nifak sokan şeytansa rüzgârın
durduramadığı.
Laneti öteleyen rahmet ve aşkı yok
sayan ümmet ve işte delik cebinden dökülen heceleri yastık bilip de başını
kalemine yasladığı yazarın.
Son bir çaba daha hız kesmeyen hüznün
sarkacı.
Sondan bir evvel başa dönmenin
gayreti ile sözüm ona hayata direnen göğün yalnız beyaz pamuk bulutlarına
dikili gözleri kalemin nazarında yitik, insanların nazarında bitik…
Arz edilen ve addedilen ve asla talep
bulmayan duygular familyası.
Geçimsiz rüzgâr başıboş düzen ve
savruk insan gölgeleri: aşkın başşehri İstanbul’un dahi aşktan ve mutluluktan
ümidini kestiği…
El pençe divan duran kader, bir atın
daha şahlandığı aslında nal toplayan duygulardan çıkıp da yola varmak adına
mutlu sona defalarca kendini kandıran kaderin cafcaflı hatıralarına eşlik eden
yazarın yitiminde güne eşlik eden devrik bir cümlede saklı belki de şairin
v/edası ve aşkı arz eden ve solan umudun gölgesinde saklı sırlar ve isyanların
da başşehri iken şairin yüreğinde korumacı bir cehalet belki de güne hitap
eden.
Yalnızlık.
O kesif sessizlik.
Yârine olan özlem de değil çünkü yâri
dünde kalmış bir hayal aslında uğruna pedal çevirdiği o uzun gölgeli yolda
aslında kendini tekrarlayan şehla bakışların uğrunda solan güneş misali içine
doğan neyse dünde kalan ve yüreğe sokulan hangi rüzgârsa tutukluk yapan bir
tabanca gibi kurusıkı gülüşler ve işte renklerin solduğu ruhların isyan ettiği
o dik yokuşlu İstanbul sokaklarında bir doğan bir batan umudun tarifesi…
Soytarı hüzün.
Serkeş sözcükler.
S/onsuzluğun girdabında aşkla
esaretin birbirine karıştığı ve yoldan çıkan bir hayalin gerçekleri kendi
dünyasında algıladığı kadar da saf ve yansız ve masum yaşamanın tadına varmak
adına, adı hayal kırıklığı olan oyunun da son perdesi…