Bir düş’ ü tütsüledim ve yangına
döndü kıvılcımlar oysaki içimin ikramıydı bu sabır yüklü aşk ve devasa bir
özlem, parmak uçlarında yalnızlığın yıldız avına çıktığım…
Uluyan kurtların dansıydı gece ve
şehla gözleri karanlığın.
Maytaplardı patlayan.
Ah, sen aşk varsa yoksa senle maytap
geçen o izdiham yüklü cihan.
Mavidendi yüreğim ve cesaretim aşkın
yankısı ve o yosun kokusu bense şehrin paraziti gibi gizlenmiştim yine
surlarına şehrin ve şerrine lanet okuduğum şeytanın müridi kirli ve kindar
gölgeler bense mahzun yüreğimle boynumu eğmiştim bu aşkın nezdinde ve koştuğum
Rabbim elbet her ezan vakti çağrısı meleklerin ve şiarım iken aşk ve Yaratan
sessizce döktüğüm yaşlarım secdeye vardığımda aslında uzağında kaldığım dünya
ve işte kanatlanmıştım ben.
Gizini sürüyordum sözcüklerin.
İnzivada geçen ömrümü adamışken aşka.
O kesif sessizlik ve ne çok insan
kendine yabancı bense Allah sevgimle bir bir dokunmak istiyordum yüreklere.
Hatmettiğim kitaplar.
Aralıksız hamt ettiğim.
Aralık kalan kapıdan içeri sızan ışık
belli ki evrenin bitimsiz çağrısı içimdeki ağrıyı yok saydığım ve ağırlığım
yokmuşçasına sevgiyi çağrıştıran gün ve gece sabitlendiğimse gök kubbe
sahiplenense Rabbim ilk günden beri ve çektiğim cefa neydi ki aşkın sefasına
eşlik eden dolunay ve yüreğimdeki iklimle baş koyduğum misafiri olduğum sonunda
yatıya kaldığım bu duyguların nezdinde ikbalim de intibaa uyandıran her
fasılda.
Vardım.
Ve de yok.
Bir varmış bir yokmuş dercesine
cephesine saklandığım belki de sözcüklerdi yüreğimdeki cephane ve yüreğimden
vurulduğum dünde güne taşıdığım bir aşk ve aştığım dağlar tepeler bende bir
bedevi gibi bahtsızlığıma yanmadığım kadar yakarıyordum Mevla’ma ve meskenim
aşk ve rahmet içerlediğim hiçbir şey ve hiç kimse olduğum asla da öykünmediğim
dünya ve dünyevi ne varsa uzağındaydım işte.
Emsalsiz coşkum.
Ebruli sözcüklerim.
Efsunlu bakışları aşkın.
Şahikası evrenin.
Sancağı yalnızlığın.
Yürek ve sözcükler nasıl da taşkın.
Pervasızca serildiğim.
Pervanesi olduğum gök kubbe.
Pazenden teni iklimin ve ritmi
dinmeyen sevginin ve sonu gelmez iken özlemin çağrısı şafağın.
Araf’ta kaldığım uzun zaman ve
bedenimi hissetmediğim asla da tamah etmediğim dünya nimetleri ben ki
çocukluğumdan beri bedenimi ve ruhumu açlıkla terbiye ettiğim ve bir lokma
aşkım bir de hüzün hırkam bir de Şimal yıldızım ve şiarım ve şair kimliğimi yok
saysam da şiirsiz geçmezken günüm.
Dündeki müfreze imler.
Gündeki mevcudiyetim.
Yarın odaklı hayallerim bense umudun
neferi aşkın da sönmek bilmeyen feri.
Layığıyla sevmekse.
Ait olduğumsa Rahman.
Külfeti olmazken aşkın bazen sökün
eden duygularım ve meftunu olduğum gök kubbe duygularımı hizaya getirdiğim ve
sessizce içten içe sevdiğim bazense içerlediğim.
İçtiğim bir yudum su ile geçerken
susuzluğum.
Ruhumdaki hoyrat rüzgâr ve efsunlu
bakışların.
Aşka namzet her duygu paravan
bildiğim kozam bense hala kararsız kelebek kanatlarıma değen kar kadar beyaz ve
masum iken aşkın kayrasında saklı bir buse ak alnıma konan pervane ve göğün
şadırvanında saklı bakışlar ve sözcükler ve istirham ettiğim kaderimden öyle ki
kederime dahi razı gelip mutlak bir zincire kenetlenmiş yüreğim ve kaderim
aşkın şüheda ikliminde geceden firar eden sözcüklerim nakşeden huzurun da
çağrısı ile ağrılarımı yok saydığım…