Yaralı bir sözcüğü evlat edindim ki aksi asla mümkün değildi.

 

Birbirimize ihtiyacımız vardı sonra kanatlarına dokundum: nasıl da titriyordu ve sevgiyle besledim, okşadım her birini.

 

Şeceremde yazılı günlüğümü bahşettim sonra sözcüklere çünkü bana bahşedilen umut ve sevgiden ibaret günlüğümü hayata ve tüm canlılara sunma ihtiyacı hissettim.

 

Dokunulmazlığı vardı duygularımın.

 

Kimse dokunamazdı sadece bendim dokunan sonra da tek tek özgürlüğüne kavuşturdum her bir duygumu.

 

Bir satır aralığına uzandım bir bahar günü ve güneşin kıblesinde sessizce gülümsedim tıpkı evrenin bana sunduğu sevgiyi ben de pay etmek isterken tüm insanlara.

 

İnancımla mutluydum ben ve severek daha da mutlandım.

 

Sancılı bir ömrün sanrı dolu mutunda sözlendim bilinmezle ve kefenimi usulca yırttım ve arındım tüm kötülüklerden asla da kötü olmayı beceremedim.

 

Denemiştim bir kez ve nefreti soluyan tüm canlılardan uzak durdum.

 

Yüreği ihya eden sadece var oluşun şifresiydi ve sadece Yaratandan gizliydi bu şifre elbet inancın da muhteviyatı.

 

Aşkı recmeden bir gölge.

 

Andıkça aşkı battı gemilerim.

 

Açığa aldığım dünümün saçlarını okşadım ve uçuşan perçemlerine adeta kuş kondurdum elbette yazarak edinmiştim bu ayrıcalığı hele ki kendimden ayrı düştüğüm koca ömrü satırlara yığmak…

 

Akla zarar varlığım ve hicabın eşiğinde tüm gölgeler.

 

Aydınlığa çıkmanın yoluydu balçığa düşmek ve güneşin de balçıkla sıvanmadığı.

 

Mukozamda gülümsedim sonra ağladım.

 

Tabanları yağlayan iblisin ardından baka kaldım.

 

Aşkı ve sevgiyi şiar edinmiş olmanın ne gibi bir sakıncası olabilirdi ki?

 

Daha çok sevebilirdim ve sevdim de.

 

Miadı dolan dünyaya kafa tutmuştum madem bir ömür.

 

Midesi sırtına yapışmış kedileri besledim bisküvi kırıntıları ile sonra da parçalara ayırdığım tavuğu sundum kuşlara ve değiş tokuş ettiler yanlış pay ettim tüm yiyecekleri ve minnetle dokundular gözlerime.

 

Aşkı g/ördüm.

 

Rabbimi gördüm.

 

Kendimi gördüm ve gömüldüğüm mezardan firar ettim bir anda sırtımdaki çuvalı boşalttım sonra: minicik yürekler ve uçuşan sözcükleri özgür bıraktım.

 

Can bedendeydi lakin ben vücudumu yok sayabiliyordum.

 

Yazmanın sihriydi bu ve daha çok sevebilmenin meali.

 

Kırptığım gözlerimde kırpık yıldızlar bana eşlik etti evrenin bıraktığı tortu değil geride bıraktığım korkuydu beni özgür kılan.

 

Korkmadan yaşamak neymiş gördüm.

 

İçimdeki gizi ihbar ettim yolum her düştüğünde yazmaya…

 

İçimdeki çocuğu da ikna ettim.

 

Sözcüklerime sığındım akabinde insanlara.

 

Sevmenin ve mutluluğun alfabesiydi her yazdığım.

 

Rabbime yakın ve tüm kötülüklere uzak…

 

Gürültülü bir sözcük tebessüm ediyor ve mavi fuları: iskarpinleri içinde küçücük ayaklar ve hıçkıran şarkılar tam da zamanıymış aşkın hani.

 

Lahit dolu bir şehir enkazı ve aşkın turkuaz coşkusuna tanıklık eden Yaratan…

 

Albenili düşler ve sevgi mevsimi adeta ikbali ömrün.

 

Latif rüzgâr, kardan soğuk/muş gözyaşı: matemin de dibine vurmuş ruhu gökkuşağının ve kaç desibelse hıçkırık, efsunlu bir martı şehre dokunan bakışları Mayıs güneşinin başında şapka ve ela gözleri efkârın.

 

Kaygılar kapı dışarı.

 

Nüvesi yüreğin naylondan bir şarkı.

 

Günü kurtaran hazan makamını da sepetledik dünden madem.

 

Kahrolası yeis ve içre dönük yüzü kelebeğin.

 

Gün karşıtı bir lenduha; güneşe nazır hazan lakin baharı ekmedik mi dünden hem karşımızda taş duvar köstebek yüklü dehliz varlığın kehanet yüreğin asalet, aşkın hidayet sarkacı.

 

Bir b/ölü düştü yürekte saklı ve gayesi ölümle eş değer bir hicvi de tetikleyen elbet son arzu.

 

Dualar tetikledi sevgiyi ve düş bahçesinde kenetlendi haneler.

 

Sayılardı hanesinden firar eden ve aşktı ömrün zambağı.

 

Güneşi neşreden diri bir neşe günü b/ölen umutlardan sonra saklı tek bakiye…

 

Düş mahsulü şiirler kundaklandı ve yaftalar sonlandı. Hacizli yüreğin eseriydi her esaret ve düş kulübüne üye bir asalet elbet itikadın açık kapısında yürüyen o İlahi Ateş ve sevdikçe mahmuzladık baharı, güneşin reçinesinde salkım söğüt; aşkın kitabesi iken ömür ve hicvettik yeri göğü: sığamadığımız ve sığdıramadığımız bir o kadar sığınağımız.

 

Şafağa ağıtlar ördüm ve gömdüm de imgelerimi. Sonra teşrif etti acılı hüküm ve kökümü çekip kurtardım zeminden ben ki; illet bir m/artı ve aşkın arka ayaklarında aksadım da çünkü aksanıydım matemin ve şehrin ve diri hücrelerinde muhabbet kuşların besteler hicvettim tanıklığına matemin delifişek sözler verdim aşkın titrinde bir sağanak ve gölgelerin muadili iken kekremsi varlığım.

 

Israrla şerh düştüm zemine ve kaydım kuytum yoktu da.

 

Minnet etmeden yalancı mevsime yalanlara bandım doğrumu ve ketum varlığımı azat ettim azap bildim doğruyu ama dönmedim de sözümden ve özümden ve tasnifledim her hücremi b/öldüğümdü tek gerçek ve aralıksız süren hücre hapsimde hamt ettim.

 

Sancağımdı asalet.

 

Kefenimdi şiirler.

 

Bir med-cezir tarafında savrulduğum ve gölgemde beyitler aşkı bilip özlemle yoğrulduğum.

 

Günü tecrübe ettim ve geceye teslim ettim bayrağımı sonra gece işçileri yetişti imdadıma geceyi sehven aşk bildim karanlığın gazap dokusunda aydınlık yüreğimin vidalarını söktüm devasa bir gökyüzü inşa ettim içimde kazık kakan her mevsimi azığa aldım ve düştüm düşlere düşlerin gözünde akasyalar umut verdi aşkın da titrinde bir manivela ki hüznün kök hücresi her yenilgi ve gölgemle s/özlendiğim bir Mayıs sabahına uyandım şehrin ışıkları sönüktü ve umutlar durağına yol aldım yolsuz kalan değil yersiz yere üzüldüğümdü tek gerçek çünkü ben çok ama çok sevdim.

 

Latife yapan kuşlar gibi.

 

Kazık kakan acı gibi.

 

Kayrasında ömrün ettiğim her dua.

 

Şerefli adıma yakışandı yalnızlık ve sıfatsız bir ömre meylettiğim çünkü tek kusurumdu çok ama çok sevmek.