Card image cap
Sevgi̇ni̇n ve umudun dokunulmazliği

 

Ölümü irdeleyen bir satırın palazlanmış yalnızlığı belki kırk yatıra belki kırksız satıra denk düşmüşlüğü.

 

Yol uzadıkça uzuyor acıların referans olduğu göğün de temennisi adeta benzetemediğim coğrafyam ve kümelenmiş heceler top yekûn telaffuz ediyorlar aşkı ve acıyı.

 

Hürmetle yetiştirdiğim çiçekler anne dokunuşu ve kokusuyla büyüyorlar öncesinde bülbülün dahi gelip konduğu kurak dallar ansızın çiçek açıyor. Aşkın büyüsü bu ve dokunulmazlığında aşkın aslında her dokunduğunu ihya ettiği.

 

İnkâr etmeyi unuttuğum her ne ise ve her kimsem şimdi bir satırın yoldaşlığında yarınsa bir hikâyeye yol alacakken.

 

Cendere adeta sıcağın kasveti ve doğurgan toprak Tanrının iş birliği ile canlanan ve her çiçeğin hoyratça koparılma korkusu…

 

Korkarak yaşamak bu olsa gerek: önce sevdiklerin seni terk ederken sonra da sen her terk edileni severken.

 

Göğün kanatlarına ulema bir coşku yükleniyor ve ağır çekiyor gökyüzü derken gök gözlü cümleler uçuşa geçiyor hasretin odağında bir manivela ve aksayan sesinde rüştünü ispatlamamış mutluluğun da çekim alanı.

 

Beyanat sunan bir sıradanlık aslında sıra dışı olma özentisi ile makul seviyede düzgün cümleler kurup yaralı ruhuma yama yaptığım ve her ama deyişimle kararsızlığımı ispat ettiğim.

 

Densiz bir rota körüklenen.

 

Sezisi unutulan bir başkaldırı belki de.

 

Uyum göstermekle uyumak arasında bir geçiş ertelenmişliğin de manifestosu.

 

Yaralı bir takvimin tozu ruhuma bulaştı en derinden bir vaveyla da sürükledi içimdeki gizemi ve görüntü ihlali yapan her resmi de parçalara ayırdım.

 

Hüviyetin ya da hürriyetin ne anlama denk düştüğü belli ki öncemde sorguladığım her ayrıntıyı şimdilerde sulandırarak kıvamını içilir seviyeye getiriyorum.

 

Sözcükler bulaşmış elime gün içerisinde lakin güneş ışığına duyduğum saygı ile içimde biriken karanlık satırları gün yüzeyine çıkaramıyorum belli ki günü torbaya koyduğum her gecenin fısıltısına eşlik ediyorum.

 

Hurafeler dillenirken ben susuyorum.

 

Kanarken hücrelerim kalemle silip yok ediyorum kan izlerini belki de eciş bücüş bir hüküm farz edilen ve her kafadan bir ses çıkarken ben yine de sessizliği hayra yoruyorum.

 

Gök gözlü annemin yorgun bedeni ve sevecen b/akışları her rahmeti daha da çok duyumsadığım ve mavinin hakkını veren gözlerinde içimi sevgiyle suladığım.

 

Bir name süzülürken dudaklarından günün ben geceyi bekliyorum ve içimi çitiliyorum gün ışığı ile hele ki sevginin ve umudun dokunulmazlığı yok mu?

 

Sevi dilinde cümleler türetiyorum ve bakışlar, aşkın da sevginin da asla sonlanmayacağı inancı ile ve içimdeki alarmı kuruyorum.

 

Kapımı tıklatan birileri sanıyorum ki bu bir istila.

 

Yüreğimi ziyarete gelenler sanıyorum ki tüm güzellikler bozguna uğrayacak ve sırıtkan bir vaveyla ile yeniden kuruyorum alarmı asla uyanmamak üzere.

 

Bir m/eziyet kimine göre ve ümmeti sevginin tebaasına yenik düşen maviden bir bahçe.

 

Sözcükler aslına yenik düşen bir yalanın tüm sızısını yok ediyor ve her birinin bir ruhu var içimde içerlediğim iklimi savurup azığa aldığım bir kehanet.

 

Renklerin de bir ruhu var ve her birinin özel yetisi ve duası.

 

Azımsayamayacağım kadar ağır bir yükümlülük bu: önce inandığım her kim ise ihanetine maruz kaldığım ve sılamda yorgun beyitler ağırlayıp da içimdeki sızıyı taşa tutan bir manivela.

 

Öykündüğüm hangi rengin duası ki üstelik satır aralarına serdiğim güncemi büyük bir istekle kucaklıyorum ve dengini arıyorum duygularımın belli ki ses etmeyen kim ise ondan gelecek bir tepki bekliyorum ve ekiyorum içimin umutlarını şiir yüzlü doğanın bana sunduğu ayrıcalığı satırlara taşıyorum.

 

Atıfta bulunduğum bir dosya içimdeki gün ışığının dışarı çıkmak adına acelesi aynı zamanda ve tüm dış seslere ihanet etmeden iç sesimle uzlaşmaya çalışıyorum.

 

Yorgun bir mavinin ön kabulünü yapıyor ve geçiş hakkı tanıyorum. Hurafelerin tanıklığında gerçekler çığlık atıyor ben ise dokunaklı tınısında hayat denen şarkının acılı beyitler örüyorum satırların başını bağlayıp da her bir şiirime mavi kurdele taktığım üstelik azımsayamayacağım kadar da cüretkâr tüm fısıltılar.

 

Goncaların titri.

 

Aşkın da hicvi.

 

Keman sesinde acı; piyanonun tuşlarında huzur ve davulun gürültülü yalnızlığı.

 

Aksanı farklı bir lisan işte müziğin edebiyata eşlik ettiği tıpkı şarkıların hayatımızdaki boşluğa nevale yüklediği.

 

Issız bir şarkı çoğaltırken yalnızlığı; ritmik bir melodi ile de coşkuyu dillendirirken.

 

Iskartaya çıkan düşlerin vebali aslında unutulan gerçekler.

 

Suskunun her hali; söylemlerin farkındalık geliştirdiği aslında şebeke sisteminde yorgun bir cereyan ile akıma kapıldığımız ve o akışkan rahmet acıyı sağaltan aşkı da coşturan.

 

Hüviyetler.

 

Hürriyetin ise dokunulmazlığı.

 

Şiir gözlü şehrin arka bahçesinde bulutlara uzandığım bir gök feneri aslında yakamozların ışıltısına feda ettiğim içimin ritmik sessizliği ve düzensiz düzenim.

 

Fısıldayan bir ses; bağıran bir coşku aslında nadasa alınmış ne çok söylem genç irisi bir satırda bozguna uğramış bir yaşlı anekdot az sonranın yalnızlığını şimdiki kalabalığa banan ve illa ki esintinin sürükleyeceği bir minval şakıyan kuşların mutluluğuna da denk düşen ve ansızın çöken karanlık.

 

İki uçlu her duygu ve gün üstelik eğreti gülümsemelerin solduğu içten kahkahaların hayata renk kattığı ve her rengin ruhuna ayrı ayrı eşlik eden parantezler illa ki doldurulmayı bekleyen bir ümmet gibi fazlasıyla çığırtkan bazense haddinden fazla sessiz.

 

Güne başlarken geceyi sonlandırırken aslında beşeri ilişkilerin de gün ve gece gibi yüzleri olduğu gerçeği her halükarda içimizi açıp her koşulda set çekmeyi de marifet bildiğimiz.

 

Tökezleyen bir duyguyu hangi cümle ile sağaltabilir de düze çıkarırız, demenin meali işte o iç döküm ve rafine olmuş duygular illa ki ıskartaya çıkmadan hürmetle ruhumuzu dezenfekte ettiğimiz…

 

Kümelenen bazense ayrışan.

 

Aksıran tıksıran oysaki en sağlıklı duygu iken hüzün.

 

Günü bölen; aşkı çoğaltan derken refüze edilen bir duyguyu başka duygularla tanıştıran.

 

Misafiri olduğumuz belki de ağırlanmaktansa ağırdan almayı pek bir sevdiğimiz artık içimizden gelen her ne ise bir içimlik bir şiir gibi günü de şairane bir reveransla karşılayıp sona da hürmet ettiğimiz tıpkı iki kapılı hanın hangi kapısının ne zaman kapanacağını da bilemezken.