Bir renk diliyorum Tanrıdan ve de şahsına münhasır bir ölüm dileniyorum evrenden aşka sadık kaldığım kadar kalem iken asası aşkın ve sür-git tecrit edilmişliğin dünyasında seken bir kaldırım serçesi gibi s/üzülmek istiyorum, gözlerden uzak yaşadığım kadar da göz göze gelemediğim yabancılardan bir dileğim var benim tek bir dilek:

Sen ve sizler…

Yazdığım şiirler ve öyküler…

Baş koyduğumsa umuda dair pekişen bir hasret madem…

Ve işte selama durduğum kâinatın kanadına değen bir çiy tanesi nispetinde özlemin genzi yakan titrinde bense bilinmeze kanat açmanın verdiği sevda ile kelimeleri boca ederken nur yüzlü saf ve boş ve masum kâğıdın zirvesine konma arzusu ile her sabah kalemi elime ilk defa alıyormuşçasına haizi olduğum coşkunun da sonlanmaması temennimle…

Sen, sevgili yabancı!

Sen, değerli okur!

Sen, sevdalı kadın ve adam…

Sen ve sizler: asılı kaldığım ağacın kalem-kakan kökünde saklı bir naz binlerce niyaz…

Ve işte ruhuma askıntı olan hüzün ve hüzzam…

Kırdığım potlar ve devirdiğim putlar ve sefil imge okyanusu bense yazmaya başlamazdan önce ufacık bir akvaryumda yaşamayı şerh düşmüş kaderime resti henüz çekmemişken…

Sözcükler ve izleri duyguların ve gizi kâinatın semada saklı kaygılarım yerin dibine geçirilmiş masallarım ve çömdüğüm masa başı ve tutuklusu olduğum duygular en çok da aşkın ambarını gagalarken aşkın doğurgan titrinde saklandığım kadar kendimden kendime bir yolculuk iken kalem nasıl da kırık kalbimin avuntusu ve işte ertelediğim ölümü son hızla çağırıyorum…

Sahi, gelmedi mi henüz göç vaktim?

Gelmedi mi son tren beklediğim durakta kim var kim yok ebediyete intikal etmişken kalem midir yoksa beni tüm benliğimle ele geçiren ve işte sırf yazmak adına dayandığım dünya dayandığım dayatılan kurallar yine de kuram dışı addedilen varlığım ve sıdkım da sıyrılmışken yaşamaktan günde sadece birkaç saat kendimi özgür ve özgün hissettiğim ne de olsa kalemin tapusu bende bense emanet iken Rabbime tek niyazımdan çıkıp da yola…

Sen, sevgili yabancı hani adını bilmediğim.

Sen, sevgili kardeşim hani yüzünü görmediğim.

Sen, sevgili aşk beni benden eden nihayetinde beni bana sevdiren…

Sen sevgili yüreğim hep mi sekersin hep mi ölümün penceresinden sarkarsın…

Sandığım tıklım tıklım.

Sadık olduğum aşk ve Tanrı.

Sayacı kırık bir düzen.

Sarnıcı kayıp bir lahit.

İçine düşülesi o derin kuyu ve işte mevsimlerden hazan makamlardan hüzzam…

Aşkın irsaliyesi ve yalnızlığın tapusu ve sözcüklerin tüten dumanı az evvelim bir adım sonram ve anda saklı mevcudiyetim…

Ötenazi yaptığımsa içimdeki sefil çocuk en çok da annemin annesi ilan edildiğim ilk günden beri son bir yıldır anbean büyüdüğüm yine de annemin tenini ve sesini duyumsadığımda onun sevgi dolu gözlerinde kaybolduğum kadar da çocuğum ben yeter ki terk edip beni gitme bir yerlere sevgili anneciğim…

Anne, sen ve seninle büyüttüğümüz hayallerimiz ve işte yazın maceramda edebiyat yolculuğumda tükenmeyen bir heves istekle son on yıldır iyi kötü yazdığım kadar erteledim ben ölümü:

Ebediyete intikal eden diğer hüviyetlerimse rahmete ve yaşa doymuyor.

Gidenler.

Gelmeden göçenler.

Aslına rücu eden bedenler ve ölüm yolculuğu…

Patikalar aştığım yetmedi adımladığım o uzun dar koridoru çocukluğumun pişekar sevincinde büyüttüğüm çiçekler ve hohladığım pencere ve hortlayan anılarım…

Siz sevgili dostlar bari sizler terk etmeyin beni ve işte o gün onaydan geçecek ölüm fermanım ve yazacağım son şiir de süsleyecektir mezar taşımı elbette ki kimsesizler mezarlığına gömülmezsem…

Ölümü irdeleyen bir gülücük.

Aşkı rutin bilen melek.

İlhamın devamı gelsin diye günbegün dua ettiğim ve ölümü ertelediğim ki…

Annem defalarca ölümün ve uçurumun kıyısından dönmüşken ben hazır ve de nazır beklemekteyim meçhul sonumu.

Çellosunu çalan sen genç kardeşim.

Dünde kalan fildişi piyanom.

Günde saklı hicretim.

Yarınlara meyletmenin diğer adı mademki yazıp da edebiyatla bütünleşmek…

Yüreğime yağan kar.

Bedenimi kaplayan kar.

Sözcüklerimse nameleri ile kulaklarımı inleten.

Serkeş bir ölüm diliyorum Tanrıdan:

Zamansız bir ölüm ve el-aman demeden ellerin nazarında solgun simam düşmanlarımın canlı canlı beni mezarıma koyduğu ve yaşadığım hayat…

Öylesine yanıyorken de canım kabir azabını ben çoktan belledim ve kabir bildim yatağımı döşeğimi…

Ön sözü yok bu yazımın.

Ön sözü yok bu son yazımın.

Sondan bir evvel geldiğim durak ve beklediğim o son vagon…

Saatler sonu vururken ve sözcükler kalemi çeyrek geçe…

Sen yabancı, pimin çek artık sana ödünç verdiğim bombanın ve de korkma içinden sökün edecek binlerce sözcükten ve belki de on binlerce sayfa yaza yaza varamadığım bir cennet bellesem bile edebiyatın sihirli ve ölümcül dünyasını ve mademki on bir yıldır yazıyorum ölüm tarihim de on bir yıldır yaşadığım kadar yazdığıma vakıf ve kani tutarsız bir kalemle hasbıhal ettiğim son on bir yılın hatırına çıktığım bu yolculuğun ve de hayatımın sonlandığı…